Yusuf Ziya DÖGER

Ermeniler ve Kürdler neden kaybettiler? (4)
16.10.2016
1509

 Kürdlerin tarihsel açmazı

Kürdler açısından tarihsel açmazın kilit noktası “alan koruma” düşüncesinde yatmaktadır. Günümüz siyasal Kürd yapılarında bile etkileri görülen “alan koruma” duygusunun dayandığı tarihsel alt yapının gözden ırak tutularak yapılacak her okuma yanlış analizlere yol açacaktır. Sosyolojik olarak o dönemin koşullarında bunu anlamak belki mümkündür. Çünkü bağımsız yapılanmasını toprakla ilişkilendirerek kurulan sosyal yaşam alanı ona merkezi otoriteye karşı avantaj sağlarken, aynı zamanda diğer bağımsız yapılanmalardan destek ihyacını da sıfırlamaktaydı. Nedenine baktığımızda ise sahibi olduğunuz ve size ait olan bir yerleşkenin var olması ve sizin bu yerleşkeyi başkasıyla paylaşmak istememeniz anlaşılabilir bir noktadır. Bu durum Kürdler açısından tarihsel birliktelik duygusunun önündeki açmaz haline gelerek zamanla zayıf duruma düşmeye yol açmıştır.

Dolayısıyla Kürdler'in dönemin önemli bir sorunu olarak ortaya çıkan “millet” olma duygusu etrafında birliktelik kuramadıkları sonucunu ortaya çıkmaktadır. Burada şu ileri sürülebilir. Demek ki geleceği okuma becerisine sahip olmayan bir toplumdu. Evet, bu denilebilir ama kısmen Ön Asya toplumlarının iki devleti -İran ve Osmanlı- haricinde bu öngörü üzerinden hareket etme becerisi gösteren bir toplum var mı ki o dönemde. İçinde yaşanılan dönem dikkate alındığında herkes için aynı veriyi üreten bir koşulun Kürdler'in önünde engel oluşturduğunu nasıl ileri sürebiliriz. Demek ki sorun iki toplum içinde dinsel aidiyetlerden öte bir sorundur. Sosyolojik verileriniz bir şeye sahip olmaya elverişli değilse ne kadar uğraşırsanız uğraşın o veriyi oluşturma imkânı elde edemezsiniz. O zaman yapılması gereken eleştiri sosyolojik verilerin doğru kanalize edilmediğine olmalıdır. Yoksa eleştiriler sosyolojik veriyi oluşturma yerine daha derin ayrışmaların sebebi olarak karşımıza çıkar.

Yine şu da sorulabilir bir sorudur. Ermeni aydınlanması üçüncü aşamayı yaşadığı bu dönemde Kürdler neden bunu öngörme zahmetine bile katlanmadılar? Burada unutmaması gereken Dünyaya dağılmış Ermeniler'in Ön Asya toplumlarına göre daha avantajlı olmalarıdırlar. Her taraftan haberdar olma avantajına sahip ve bunun üzerinden gelecekte kendilerini bekleyen tehlikeyi öngörmeleri pekâlâ mümkündü. Ontolojik varlıklarına karşı oluşan kaygının farkına buradan varmaları ve onu taşımaları doğaldı. Ancak benzeri bir kaygının Kürdler üzerinden kendisini hissettirmediği realitesi orta yerde duruyorken sorunu dinsel aidiyet üzerinden okumanın kısır döngü olduğunu fark etmek gerekir.

Tarih şuna şahittir ki diaspora toplumları her zaman yerel dinamiklerden daha güçlü bir varoluş endişesine sahip olmuşlardır. Bu duygu onlara varoluşlarına yönelen tehditleri herkesten daha önce sezme becerisi geliştirmiştir. Bu tespiti iki olgu üzerinden ele almanın faydası var. Birincisi Yahudi toplumunun diaspora üzerinden geliştirdiği tutumdur. Bu onlarda tarihsel süreçte bulundukları yerlerde bilim ve felsefi düşüncelerin öncüsü olma niteliğini kazandırırken, aynı zamanda varoluşlarının devamı için olmazsa olmaz olan İktisadi gücü eline geçirme duygusu oluşturmuştur. İkincisi ise, bu yüzyılda öncelikle biyolojik varoluş endişesiyle diasporaya çıkmak zorunda kalan Kürd eşrafıyla ve sonradan benzer gerekçelerle ahaliden çıkanlarda dâhil edildiklerinde ontolojik varlığın bir parçası olan dil üzerinden geliştirdikleri savunma mekanizmaları bu konuda dikkate alınmaya değer bir noktadır. Ki o tarihsel dönemde Kürdler'in böyle bir sorunu olmadığı gibi varlıklarını tehdit eden ve onları yok oluşa sürükleyen bir durum da söz konusu değildir. Dolayısıyla Ermeniler gibi korunma duygusu geliştirmeleri tarihsel dönemin ruhuna aykırılık arz ederdi.

Ermeniler'in “sekülerleşme ve uyanış” dönemini yaşadıkları zaman diliminde Kürdler için ilk kez varlık sorunu kendisini hissettirmeye başlamıştır. Ermeniler'in üç yüzyıl önce başladıkları ve temelde varoluşu korumaya yönelen tutumları anlaşılabilir hale gelmiştir. Ancak Kürdler için bu zaman diliminde Ehmedî Xanî feveranlarını görme zemini oluşmuş fakat sözü edilen tarihsel açmaz olan “alan koruma” duygusu yine geçit vermeyen duvar olarak kendisini hissettirmiştir.

Bu nedenle söz konusu dönemde Kürdler için birlik duygusu yerine kendi alanlarını koruma sorununu öncelemiştir. Yani 1808 Osmanlı merkezileşme projesi Kürdler'in var olan statülerine yönelerek Aşiretler üstü Kürd Konfederasyonların çözülmesini hedeflemiştir. Konfederasyonların çözülmesi Kürdlerde “milli birlik” ruhunun gelişmesini gerektirirken dünyada ve Osmanlı’da baş gösteren olaylar Kürdleri daha dar kapsamlı olan alan korunma duygusuna yöneltmiştir. Elbette bu durumun oluşmasında etkili olan tarihsel verileri sıralamakta fayda vardır.

Çevresel olayların Kürdler ve Ermenilere etkisi

  • 1829 Yunanistan’ın bağımsızlığı ve Avrupa devletlerinin tutumu. Avrupa devletlerinin Yunanistan lehine tutum takınmaları Osmanlı Müslüman tebaları arsında var olan dinsel aidiyet duygusuna dayalı bağın kuvvetlenmesinde rol oynamıştır. O dönemde Müslümanlar arasında etnisiteye dayanan düşünce yerine daha çok İslam milletini önceleyen düşüncenin ön plana çıkışı duygusal olarak Kürdler'in Osmanlı’dan kopuş düşüncesi önünde önemli bir engel olmuştur. Ki buna ilk kez dikkat çekenin ancak 1913-1914’te Mele Selim olmasını göz önüne aldığımızda etkinin ne kadar önemli olduğu görülecektir.
  • Fransa’nın 1798- 1801 Mısır işgali ve 1805 yılında Kavallı Mehmet Ali Paşa tarafından kurulan Mısır Hidiviliği’nin daha sonra Osmanlı'ya savaş açması. Botan Beyi Bedirxan Beyin bu savaşta Osmanlı'dan yana tutum takındığı herkesin malumudur. İç sorunlara rağmen -Kürdler'in merkezi otoriteyle denetim altına alınma çabasıHilafeti uhdesinde barındıran Osmanlı'nın zelil düşmesi Kürdler tarafından istenmeyen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun da kabul edilebilir bir durum olduğunu savunmak elbette abesle iştigaldir. Dönemsel koşullar buna imkan oluşturmamıştır.
  • 12 Haziran 1828’de Anapa’nın Ruslar'ın eline geçmesi üzerine, kentteki Adıgelerin göçüyle başlayan ve birinci dünya savaşı sonuna kadar bir şekilde devam eden göç dalgası. Bu göç dalgası doğal olarak Kürdler üzerinde tedirginliğe yol açmış ve buna sebep olan Rus Çarlığı’nın genişleme duygusu Kürdler'in, Osmanlı etrafında bütünleşme duygusunda etkili olmuştur. Kürdler Transkafkasya halklarının yaşadıklarına şahit olduklarına olup Rusya’ya karşı durma imkânları da olmadığına göre Osmanlı ile birlikte hareket etmenin daha doğru olacağına karar vermişlerdir. Siyasal olarak bunun yanlış tercih olduğu elbette eleştiri konusu yapılabilir. Ancak dönemin ruhu buna izin vermemiştir. Örneğin Şeyh Said’in oğlu ve hareketin önemli komutanlarından olan Şeyh Ali Rıza daha sonra çok kez şunu ifade etmiştir. “Keşke Ruslar'ın sömürgesi olsaydık.“[1] demiştir. Bu şunu ifade ediyor. Bir toplumun merkezi otorite ile farklılaşması ne kadar artarsa sosyolojik olarak ondan ayrışması o kadar kolaylaşır.
  • Anadolu ve Kürdistan illerinde yer alan Ermeniler'in hareketlenmesi ve bu konuda Rusya da dâhil olmak üzere Batılı devletlerin Ermeniler lehine tutum takınmaları. Bu sürecin 1921 yılına kadar canlı tutulması Kürdler'in, Osmanlı tercihinin en önemli nedenidir. Çünkü Rusya ve Batılı devletlerin Ermeniler konusunda takındıkları tutum doğrudan doğruya Kürdleri ilgilendiriyordu. Kürdler olası bir Ermeni devletinin kendi toprakları üzerinde inşa edileceğinin bilincindeydiler ve bu nedenle Ermeniler'in güçlenmesi taraftarı değildiler. Bunun için de Osmanlı’nın zayıflanması veya bu konuda zaaf içinde olması halinde kendilerine dokunacak sorunların oluşacağını biliyorlardı.

1808 sürecinden 1925 sürecine kadar Kürdler’in, Osmanlı -Türk- yönetimine dair oluşan olumlu algılarının yanı sıra artık başımızın çaresine bakmalıyız anlayışının da yer edindiğini gösteren yüzlerce veri bulmak mümkün. Şeyh Ubeydullah Nehri, Şeyh Ahmet ve Abduselam Barzaniler, Mele Selimi Dimilli, 1910 ve 1911 Kör Hüseyin Paşa, Koçgiri, Azadi Cemiyeti ve Şeyh Said bunlardan sadece birkaç örnektir. Meşruti yönetimler arasında yer alan Sultan Abdulhamit politikaları bu kıpırdanışın farkında olduğu ve bunu çözme adına “alan koruma” duygusuna katkı sunmak amacıyla oluşturulan Hamidiye Alaylarını görmeden dönemi anlamak mümkün değildir. Abdulhamit’in çözüm anlayışında iç düşman olarak telaki edilen Ermenilere karşı en uygun çözüm olarak ortaya konulan Hamidiye Alayları’nın Kürd milli bilincinin törpülenmesine etkisi büyük olmuştur. Bunun yanın da tarihsel açmaz olan “alan koruma” duygusunun pekiştirilmesine katkı sunduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

1908- 1918 yılları arasındaki İttihat ve Terakki yönetimleri döneminde de durumun çok farklı olmadığına dikkat etmek gerekir. Kör Hüseyin Paşa olayında takınılan göz yumucu tutuma bakılmasında fayda vardır. Ancak İttihat Terakki’nin bir nevi iktidar ortağı olan Ermeni Taşnaksutyun’un bu dönemde merkezin yerel idarecileri üzerinde etkin olmaları kısmen Osmanlı'dan yana tutum almayı etkilemişti. Fakat 1914 Mele Selim olayında bu etkiyi görmek mümkün değildir Çünkü Kürd ve Ermeni ittifakını gözeten milli bir hareketti. Nedense ne Kürdler tarafından ne de Ermeniler tarafından dönemli oranda dikkate alınmadığı da yaşanan sonlarla anlaşılmaktadır. Ancak burada da asıl belirleyici olan tutum Balkan savaşları olmuştur.

Balkan savaşlarında kaybedilen topraklardan Anadolu’ya akın eden Müslüman göçlerinin yanında Birinci Dünya Savaşı’nda Kuzey Kürdistan’ın neredeyse tümünün Rus işgali altına girmiş olması Osmanlı'dan yana tutum takınmada etkili olmuştur. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan sefalet ve felaketlerden dolayı muhacir olan Kürd toplumu Ermeni devletinin inşa edilme tehlikesinin varlığı nedeniyle Osmanlı’dan yana tutum almada etkili olmuştur. Kısaca varlık sorunun biyolojik var kalıma indirgendiği bir dönemde sosyal taleplerin anlamsızlığı ortada dururken bunlara odaklanmanın akıl karı olmayacağını unutmamak gerekir.

Sonuç yerine:

Tanzimat’la birlikte Osmanlı'nın taşrayı merkezileştirme projesi taşra da tutunabilme adına fiili ve silahlı âdemi merkeziyetçi yapılanmaların oluşmasına göz yummuştu.[2] Şeyh Ubeydullah Nehri başkaldırısının 1880’de son bulmasından sonra ve özellikle Hamidiye Alayları’nın oluşturulmasıyla bu âdemi merkeziyetçi Kürd yapılarının Saray icazetine girdiklerini unutmamak gerekir. Abdulhamit’in tahtan indirilmesiyle bu yapıların temel endişesi ellerindeki imtiyazları kaybetme korkusu olacaktır. Bu çerçevede Hacı Musa Bey, Kör Hüseyin Paşa, İbrahim Paşa Milli gibi Hamidiye Alayları’na sahip olanlarla çeşitli dinsel otoriteler Meşruti yönetime hem mesafeli durdular hem de kısmen Kürdlük bilinci üzerinden isyan ateşi yakmaya başladılar. Kör Hüseyin Paşa olayında[3] olduğu gibi İttihat ve Terrakki tam da bu nedenler üzerinden attığı adımdan geri dönmek zorunda kalmıştır.

Ermeni Meselesi'nin oluşturduğu kaotik durum ve kısmen de oluşan korku duygusunun Kürdler üzerinde etkili olması nedeniyle 24 Temmuz 1908 Meşruti yönetimin ilan edilmesi sonrasında Kürd aydınları tarafından İstanbul’da kurulan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti üyeleri özellikle Osmanlı ile birliktelik noktasını ön plana çıkardılar.[4] Tüm bunlar yan yana konulduğunda Osmanlıcı tutum takınmak sadece Ermeni Meselesi ile de bağlantılanamaz elbette. Osmanlı'nın içine düştüğü durumdan kurtarılması ve Meşruti yönetimin verdiği sözlerle de bağlantılıydı. Dolayısıyla sorunun diyalog yoluyla çözümlenmesi amaçlanmıştı. Daha sonra ise kurulacak cumhuriyetin öncü kadrolarının verdiği sözler ve geliştirdikleri ikili ilişkiler de Kürdler açısından dikkate değer noktalar olarak karşımıza çıkmaktadır.

O halde sorun ideolojik tutum ile bağlantılanarak günümüzde bir kesime mal edilemez. Sorunun altında sosyolojik verilerin uygunluğu veya uygunsuzluğu bulunmaktadır. Sosyolojik hazır bulunmuşluğun olmadığı iki toplumdan söz edilmektedir. Bu toplumlar o etkiyi dikkate almadan sorunlarını çözmeyecek veri üretemeyeceklerini görmek zorundadırlar.

 

[1] Bu bilgi Kasım Fırat ile aramızda yapılan sohbetlerde birkaç kez geçmiştir.

[2] Detaylar için Tarih Vakfı Yurt yayınlarından 2015 te yayınlanan “1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım” adlı derlemelerden Bozarslan, Hamit’in Tercirden Lozan’a Türkler, Kürdler ve Ermeniler adlı makalesine bakınız.

[3] Detaylar için Tarih Vakfı Yurt yayınlarından 2015 te yayınlanan “1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım” adlı derlemelerden Abak, Tibet’in Kürd Politikasında Hamidiye Siyasetine Dönüş ve Kör Hüseyin Paşa Olayı, 1910-1911” makalesine bakınız.

[4] Seyyid Abdulkadir bölgede devam eden isyanlara son verilmesi amacıyla İstanbul’da bir kongre topladı. Daha sonra katı Kürdçü tutumuyla karşımıza çıkan Şerif Paşa bile bu dönemde liberal Osmanlıcı bir tavır takınıyordu.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar