Ferdan ERGUT

Tayyip Erdoğan tarihi suiistimal ediyor
12.06.2013
2714

 Tarih yargılamanın değil; anlamanın bilimidir. Farklı tercihleri, farklı yaşam tarzlarını, farklı perspektifleri anlamak... Başbakan’ın tarihsel bilgiyi, toplumdaki fay hatlarını derinleştirmek, çatışmaları arttırmak için değil birbirimizi ötekileştirmeden birarada yaşamamızın imkânlarını genişletmek için kullanmasını diliyorum 

 Türkiye 10 günden bu yana polis şiddeti altında yaşıyor, yaşatılıyor. Yüzbinlerce insan birçok kentte özgürlük alanlarının kısıtlanmasını protesto etmek için sokaklarda... Bu toplumsal hareket bütünüyle sivil toplum inisiyatifinden çıktı. Taksim’de bu insanların çok değer verdikleri bir mekân, Gezi Parkı, Başbakan’ın bütünüyle kişisel kararı ile yıkılacaktı. Aralarında örgütlendiler ve Taksim Platformu’nu kurdular. Bir parkı savunan insanların üzerine sabahın 5:00’inde polisler gaz bombalarıyla saldırdı ve parktakileri dağıttı. Ve sonrasında hepimizin bildiği gibi Gezi Parkı’nın savunan insanlara reva görülen bu muamele, bütün bir ülkede infial yarattı ve yüzbinlerce insan sokaklara çıktı.

Özgür kamusal alan talebi


Bu öyküyü anlattım zira Türkiye’deki derin demokrasi açığını gösteriyor. Fakat aynı öykü taban tabana zıt başka bir gelişmeyi de gösteriyor: Türkiye’de sivil toplumdan kaynaklanan dinamiklerin gücünü... (Sivil toplum kavramına tepeden bakan partilerin ilgisine!) Bu düzeydeki bir demokrasi açığı ile bu gelişkinlikteki bir sivil toplumun birarada var olabilmesi çok zor. Sivil toplum, özgür bir kamusal alangerektirir ve şu anda da onu talep ediyor. Bu sadece bir mekân meselesi değil; insanlar kendi hayatlarını kurarken, kendi iyilerini tesbit ederken siyasal alanın tahakkümünde olmak istemiyorlar. Hükümet ise maalesef sorunu kavramış görünmüyor. Yakın tarihimizden çok iyi bildiğimiz gibi geçmiş iktidarların izinden giderek, kamusal alanın sınırlarını ve içeriğini kendi iktidarının belirleyeceğini söylüyor.


Biz tarihçiler için, özgür ve tabusuz bir kamusal alan talebi yaşamsaldır. Çünkü tarihçiler doğru ve mümkün olan en nesnel bilgiye ancak birbirleriyle tartışarak, konferanslarda kongrelerde birbirlerinin fikirlerinden istifade ederek, onları eleştirerek ulaşabilir. Tabuların, kesinliklerin belirleyici olduğu bir kamusal alan bizler için tam da bu nedenle kabul edilemez.


Başbakan’ın dünyasında ise “katılım” kavramı yer almıyor. Demokrasiyi ısrarla dört yılda bir yapılan seçimlerle sınırlama eğiliminde. Oysa demokrasi sürekli bir tartışma ve müzakere rejimidir. Halkın, kararların alınması süreçlerine katıldığı rejimdir.


Katılım çeşitli biçimlerde kısıtlanabilir. Birincisi ve en önemlisi elbette devletin baskı aygıtlarını kullanarak katılımın önüne geçmektir. Son iki haftada yaşananlar bunun acı örnekleriyle dolu. Fakat katılımı engellemenin başka bir yönü daha var ki o da tarihsel bilgiyi çarpıtarak, suiistimal ederek onu tek doğru olarak dayatmaktır.


Gezi Parkı
 ve Topçu Kışlası örneğinde bir kez daha yaşadık. Başbakan açıkça“tarihin ihyasından” bahsetti. Bir zamanlar yıkılmış olan Topçu Kışlası’nı tekrar yapacak ve böylelikle tarihi ihya edecekti. Başbakan’ın söyleminde tarih, artık bizatihi bir otorite olmuştur. Kararı tarih vermektedir ve bu kararın tartışmaya açılacak bir tarafı yoktur. Başbakan, benzeri durumlarda da bu tavrını devam ettirdi: Yeni köprüye koyulan Yavuz Sultan Selim adı, eğitim teknolojisine dair geliştirdiği projeye verdiğiFatih Projesi adı, dilinden düşürmediği “ecdadımız” sözleri...


Başbakan’a tarihçiliğin bazı olmazsa olmazlarını anlatmamız gerekiyor: Hiçbir toplumun tarihinde tereddütsüz olarak üzerinde anlaşılabilecek tek bir gelenek yoktur. Gelenekler elbette önemlidir; ama farklı toplumsal kesimlerin farklı gelenekleri, farklı hafızaları, farklı geçmiş bilgileri vardır. Zamanında Kemalistlerin icat ettiği gelenekler vardı. O tarih yorumu, biricik yorumdu; o yorumun bize sunduğu gelenek biricik geleneğimizdi. Şimdi aynı süreç tekrarlanıyor. Bu kez farklı bir yorum ve o yorumun sunduğu gelenek mümkün olan tek gelenek olarak sunuluyor. Başbakan’ın ideolojisi farklı olabilir; fakat zihniyeti aynı! Bir köprüye Yavuz Sultan Selim adını verirken bu geleneği paylaşmayan, dahası bu geleneğin hatırlattıklarından rahatsız olan Alevi toplumunun hassasiyetini anlamıyor. (Anlıyor ve ısrar ediyorsa durum elbette daha vahimdir.) Tekrar hatırlatalım: Toplumların geçmişlerinde farklı ve yer yer birbiriyle çatışan farklı gelenekler, farklı hafızalar vardır. Bunları teke indirgemeye çalışmak, otoriterliğin ta kendisidir.


Başbakan’a yine anlatmamız gerekiyor ki tarih ihya edilecek bir alan değildir! Kendi payıma hiçbir zaman “ilerici/gerici” kavramlarını kullanmadım. En başta, tarihçilik açısından oldukça sorunlu iki kavramdır. Öte yandan “gerici” sözünün anlamlı olacağı tek bir alan varsa o da geçmişte yaşanmış ve iyi olduğu düşünülen bir tecrübenin aynen günümüzde de yaşanmasına çalışılmasıdır. Ve bu da sol/sağ bütün ideolojiler içinde görülebilir bir “gericilik” formudur. İster dört halife devrini yeniden ihya etmeye çalışın, isterseniz Kanuni ya da Yavuz dönemini, ya da isterseniz 1930’ların Kemalist dönemini, ister 1917 Ekim’ini... Sonuç değişmez; imkânsızı istiyorsunuz demektir.


Tarih, süreklilikler kadar kopuşların, değişimlerin de bilimidir. Tarihçi, geçmişten tevarüs ettiklerimiz kadar, o geçmişi nasıl dönüştürdüğümüzü ve dahası o geçmişle doğrudan ilgisi olmayanı, bütünüyle yeni olanı da görmek durumundadır. Tarihi mutlaklaştırmak, onu bir otorite hâline, siyasal mücadelenin aracı hâline getirmek tarihi lekeler, yaralar. Cumhuriyet kurulduğundan beri tarih böyle araçsallaştırıldı. İktidarların, iktidarlarını uygularken kullandıkları bir araç oldu. Bunca yıldan sonra aynı hataları tekrarlıyoruz.


Tarih, değişimin bilimidir


Türkiye toplumunun, kendini yeniden kurduğu bir dönemden geçiyoruz. Yeni bir anayasa yazma iddiasındaki bir toplum, hedeflerini saptarken geçmişi ihya üzerinden saptayamaz. Mantıksal olarak da imkânsızdır; zira hedef geleceğe ilişkindir; tarih ise geçmişe ilişkin! Geçmişin bilgisi, “ihya” edilmek için kullanılamaz. Tam tersine, bir toplumun yeni dinamiklerle karşı karşıya geldiğinde ürküp kabuğuna çekilmemesi için, o yeni dinamiklerle birlikte hemhal olabilmesi için tarihsel bilgi önemlidir. Tarih, durağanlığın değil; değişimin bilimidir. Gerçek bir tarih bilgisi aynı toplum içinde birbirinden ne kadar farklı kesimler olduğunu, tarih boyunca aynı sorunlara ne kadar farklı çözüm önerileri geliştirildiğinin farkındadır. Tarih yargılamanın değil; anlamanın bilimidir. Farklı tercihleri, farklı yaşam tarzlarını, farklı perspektifleri anlamak... Başbakan’ın tarihsel bilgiyi, toplumdaki fay hatlarını derinleştirmek, çatışmaları arttırmak için değil birbirimizi ötekileştirmeden birarada yaşamamızın imkânlarını genişletmek için kullanmasını diliyorum.



[email protected]

http://www.taraf.com.tr/haber/tayyip-erdogan-tarihi-suiistimal-ediyor.htm

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar