Ferdan ERGUT
Hrant Dink, Türkleri inkarcılıkla suçlayan Diaspora Ermenilerine hep şunu hatırlattı: Türklerin problemi inkâr değil; idrakti. Bu toplum, diyordu, 1915’de neler olup bittiğini bunca yıldan sonra ancak ve yeni yeni idrak etmeye başlıyordu. İnkâr –eğer olacaksa- ancak idrakten sonra gelebilirdi. Neşe Düzel’e verdiği bir röportajda söylediği gibi, “Türkiye şu anda ne inkârla ne de ikrarla meşgul olmalı. Türkiye olayı idrak etmeye çalışmalı. İnsanlara dayatılmış bir ikrarın ya da inkârın, duygulara hitap etmemiş bir sürecin hiç kimseye bir faydası olmaz. İnsanlar ancak Ermeni meselesini öğrendikten, anladıktan sonra, ‘Bu benim için bir soykırımdır ya da değildir’ diye olayı kabul ederler ya da etmezler. Ayrıca devletin ya da hükümetin dışarıdan baskılarla, mecbur kalıp olayı kabul etmesinin de hiçbir anlamı yok.... Çünkü gerçeği görmesi gereken toplumlardır, insanlardır. Konuşulması gereken kavram da ‘vicdan’dır. Devletlerin vicdanı olmaz. Toplumların ve insanların vicdanı olur. Zaten idrak de, ‘vicdan’la ilgili bir süreçtir.”
Hrant’ın, sorunun “inkar”dan değil, “idrak”ten kaynaklandığı tesbitini okuduğumdan bu yana şunu düşünüyorum: Aslında sadece Ermeni meselesi değil, Türkiye’nin bütün meselelerini kuşatan ana meselemiz idrak. İşi daha da çetrefil kılan boyut şu ki, tarihsel sorunlarımızı idrak etmekte zorlanmamızın nedenleri de tarihsel!
Türkiye toplumunun geniş kesimlerinin hakikatle ilişkisi zedelidir. Hakikate doğrudan temas etmeyen, etme imkanı olmayan –başka bir deyişle- Ermeni olmayan, Hakkari’de yaşayan bir Kürt olmayan ya da Maraş’ta kimliğini korumaya çalışan bir Alevi olmayan bizler için “hakikat”le tek temas, devletin bütün ağırlığıyla yüklendiği resmi ideoloji ve onun temel taşıyıcısı olan “mili eğitim” üzerinden gerçekleşti.
Resmi ideolojinin bu “başarısı” üzerine sonraki yazılarda konuşacağım. Fakat öncelikle bu “başarının” niye bu kadar kolay gerçekleşebildiği üzerine üşünmek gerekiyor. Bu kadar çok yalanın, hem solda hem de sağda bu kadar yaygın bir biçimde alıcısının olması, açıklanmaya muhtaç bir durum...
Sanırım, yalanların bu kadar kolay kabulünün öncelikle yapısal bir nedeni var: Türk toplumu, imparatorluk yitirmiş bir toplum. Sahibi olduğunu düşündüğü devletinin adım adım bölünmesini görmüş; 1920 gibi daha dün sayılabilecek yakın bir tarihte başkentinin emperyalistler tarafından işgalini yaşamış ve Balkanlardan ve Kafkasyadan sığınanlarla birlikte ellerinde kalan tek toprak parçası olan Anadolu’yu önce yerel -ve sivil- kongreler aracılığıyla sonra da Sivas Kongresi’nde kendini kabul ettirmiş olan merkezi ve daha militarize bir önderlikle işgale karşı savunmuş bir toplum. Başka bir deyişle, bu toplumda “bölünme”, “ihanet”, “dış düşmanlar” v.s. üzerinden yapılacak ajitasyonun başarılı olmasının nesnel temelleri var. Hele de bu ajitasyon, kendini çok kısa sürede toparlamış, muhaliflerini tasfiye ettikten sonra Batı’nın desteğini de arkasına alarak çok kısa sürede kendini konsolide etmiş yeni rejimin bütün ideolojik ve baskı aygıtları tarafından yapılırsa... Kısa ve başarılı konsolidasyon sürecinin –yani bizatihi “zaman” unsurunun- Cumhuriyet’in bundan sonraki siyasal yapısını belirlediği gerçeğini ihmal ediyoruz. Bu konunun üzerinde –çok kısa da olsa- durmak gerekiyor.
Rejimlerin konsolidasyonunun göreli çabukluğu veya uzunluğu, takip eden siyasal süreçlerin belirlenmesinde son derece önemli rol oynar. Türkiye’de kurulan yeni rejim için sanırım 1925 İstiklal Mahkemeleri’yle birlikte konsolidasyonun tamamlandığı söylenebilir. Hem milli mücadelenin başarısından aldığı göreli meşruiyet, hem de yüksek dozdaki otoriter siyasetin bileşimi sonucunda 1920’de açılan kapı, muhaliflerin tasfiye edildiği 1925’te kapanmıştır. 5 yıllık bir süre içinde yeni rejim kendini kabul ettirmiştir. Dünyadaki diğer örnekleriyle karşılandığında yeni bir rejimin bu kadar kısa sürede kendini konsolide etmesi başlı başına önemlidir. Yeni rejimin yöneticileri, gerek dışardan gerekse kendi iç kadrolarından gelen sınır ötesi savaş taleplerine direnmiştir. Dağılan bir imparatorluğu tekrar biraraya getirmek gibi bir maceracılığıa girişmemiş ve bütün mesaisini iç tahkimata ayırmıştır.
Kemalistlerin hızlı konsolidasyon tercihlerinin, demokrat olup olmamaları meselesiyle bir ilgisi yok. Olsa olsa, o andaki en gerçekçi siyasal özne oldukları söylenebilir. Son tahlilde Kemalistlerin, devrimlerini ihraç etmeme veya sınır savaşlarına girmeme yolundaki kararlılıkları toplumsal desteklerinin boyutu konusundaki tereddütlerinden kaynaklanıyordu. Bu tereddüt temelinde oluşturdukları gerçekçi dış politika bizzat muhalifleri tarafından da saptanmştır. İşte apayrı ideolojiye sahip iki muhalifin görüşleri: Muhafazakar Kazım Kadri şunları yazıyordu: “Ankara yaranı, kendilerinin ‘harp’ ile geldiklerini ve yine bir ‘harp’ ile gideceklerini pek iyi bilirler ve bundan dolayı harpten son derece tehaşi ederler [ürkerler]. Eğer böyle düşünmemiş olsalardı, Musul ve İskenderun meselelerinde İngilizler ve Fransızlarla çarpışmaktan geri durmazlardı.” (Meşrutiyetten Cumhuriyet'e Hatıralarım: 196).
Türkiye komünistlerinin önderi Şefik Hüsnü’nün değerlendirmeleri de aynı minvaldeydi. Kemalistlerin “bütün dış siyasetlerine damgasını vuran şey”, diyordu Şefik Hüsnü, “silahlı bir çatışma çıktığında halk kitlelerinin nasıl bir tutum alacağı konusunda duydukları korkudur. Kitlelerin desteğine sahip olsalardı, komşu ülkelerle olan çeşitli anlaşmazlık konularında, öncelikle ulusal sorunlarda, kuşkusuz çok daha radikal davranacaklardı.” (Komintern Belgelerinde Türkiye: Şefik Hüsnü, Yazı ve Konuşmalar: 47)
Hızlı ve başarılı bir konsolidasyonun bizatihi kendisinin, takip eden siyasal ve toplumsal süreçler üzerindeki belirleyici rolüne değinmiştim. Devletin kurumsallaşma pratiklerinden, o ülkedeki siyasal rekabetin doğasına, uygulanacak muhalefet stratejilerine kadar bir dizi alanda bu etki gösterilebilir. Bir sonraki yazıda ise üzerinde duracağım konu, devletin ideolojik aygıtlarının dikensiz gül bahçesinde Kürt Sorunu’nu nasıl başarıyla perdeledikleri üzerine olacak. Resmi ideolojinin kabulünü kolaylaştıran tarihsel koşullarda kurumsallaşan devletin ideolojik aygıtları, toplumsal rızayı harekete geçirmekte çok fazla zorlanmamışlardır. Türk toplumunun, Kürt sorununda maruz kaldığı ideolojik bombardımanın yoğunluğu ve başarısı anlaşılmadan, idrak meselemizin ciddiyetini anlamak mümkün olmayacak.
İdrak Meselesi II: Kürt Meselesinde Gayrı-Kürtlerin “Bildikleri” ve Bil(e)medikleri
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar “hallolmuş” Ermeni meselesi ile henüz hallolmamış Kürt meselesinin en önemli meseleler
Türk” veya “Türk milleti” kavramlarının kullanmından özellikle uzak durulmuştur.
Resmi tarhin “milli mücadele” olarak adlandırdığı dönemde “Türk” sözcüğünün bu kadar nadir kullanılmış olması üzerinde durulmalıdır. Sıklıkla kullanılan “milli” ve “millet” terimleri ise, dikkatle bakıldığında görüleceği üzere, Osmanlı dönemindeki “millet” sistemine referansla –başka bir deyişle- dinsel içerikleriyle kullanılmıştır. Cumhuriyetin kurucu metinlerinden Misak-ı Milli’nin birinci maddesi “Türkler”in değil,
“Osmanlı-İslam” çoğunluğunun bulunduğu yerlerin bölünmesinin hiçbir surette kabul edilmeyeceğini yazar.
Mustafa Kemal’in bu dönemde nadiren kullandığı “Türkiye” terimi bile aslında “Osmanlı İmparatorluğu” ile eş anlamlı olarak kullanılır: 1915-1917 döneminde Ermenlilere karşı “Türkiye’de zuhura gelmiş şayan-ı arzu olmayan bazı ahval” ifadesinde olduğu gibi... Mustafa Kemal’in konuşmalarında Osmanlı İmparatorluğu ile eşanlamlı olarak da olsa kullanılan “Türkiye” kavramı, hareketin resmi metinlerinde ise hiç kullanılmaz. Kurtuluş Savaşı döneminin ana kavramı “Müslümanlar” ve “mukkadesat”tır. Kürtler ve Türkler “müslümanlık” potasında eritilmeye çalışılır. Misak-ı Milli’de sınırlar tanımlanırken “bu sınır, anavatanmızın Kürt ve Türklerin yaşadığı parçasını belirler” denilir.
Türklük vurgusunun bu kadar geri planda bırakılmış olmasının tek nedeni vardır: Kürtleri mücadelenin içine çekme kaygısı... Kurtuluş Savaşı’nı yönlendirenlerin Kürt Sorunu’nun farkında oldukları çok açıktır. Sorunun farkında olduklarını, sadece bu dönemde ürettikleri söyleme bakarak değil, Cumhuriyet rejimini kurduktan sonra da bizzat kendi istifadeleri için derledikleri, hakikati anlamaya dönük –ve tam da bu nedenle- kamuya açmadıkları bilgilere bakarak da anlayabiliyoruz. Hakikate daha yakın olan ve sadece kendileri için üretilmiş olan bu bilgiler aslında sorunun boyutlarını da ortaya koyuyordu. Fakat bunlara gelmeden önce, Kürtlere ilişkin kamuya ne tür bilgilerin zerk edildiğine bakalım.
Geçen haftalarda İsmail Beşkiçi için bir armağan kitap yayınlandı. Beşikçi Hoca’ya akademya olarak, siyasetçiler olarak, solcular olarak geç kamış bir teşekkür borcumuz vardı. Borcumuzu biraz olsun ifa etmemizi sağlayan kitabın editörleri Barış Ünlü ve Ozan Değer ile kitabı basan İletişim yayınlarına teşekkür borçluyuz. Kitabın içindeki birbirinden değerli katkılardan birisi de İsveç’te yaşayan M. Malmisanij’e ait. Malmisanij, makalesinde Türkiye’de Kürt Sorununa dair yapılan yayınları “anti-Kürdoloji” ve “gizli-Kürdoloji” olarak ikili bir tasnife tabi tutuyor. Tasnife göre, “anti-Kürdoloji” çalışmaları, yeni rejimin Türk yurttaşlarının okumaları için yazdırdığı ve “gerçeklerin çarpıtılması ve gerçeğin ortaya çıkmaması için yapılan çalışmalar”ı tanımlarken; üst düzey bürokratların bizatihi kendi politikalarını oluşturmak için yaptırdığı ve –elbette ki- kamuya açılmayan metinler ve raporlar “gizli Kürdoloji”çalışmalarını oluşturuyor. Söylemeye gerek yok: “Gizli Kürdoloji” metinleri, devlet aklını harekete geçirmek üzere kaleme alındıkları için, “anti Kürdoloji” metinlerinden çok daha nesnel değerlendirmeler barındırıyor. O nesnellikleri yüzünden de kamuya açılmıyor zaten!
“Anti-Kürdoloji” çalışmaları Osmanlı’nın son dönemlerine kadar uzanıyor. Özellikle İttihat ve Terakki döneminde Kürtlerin asimilasyonu ile özel olarak ilgilenen kurum Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi’dir (Aşiretler ve Muhacirler Genel Müdürlüğü). Yüzbinlerce Kürdü İç ve Batı Anadolu’da iskana tabi tutan bu Genel Müdürlükte çalışan Naci İsmail [Pelister] Kürtlerle ilgili birçok kitap yazar. Bu kitaplardan biri Kürdler: Tarihi ve İctimai Tedkikat ismini taşır. İlginç olan şudur ki, kitabın yazarı olarak kendisi değil, Berlin Şark Akademisi’nde çalıştığı belirtilen “Doktor Friç” görünmektedir. Daha da ilginci şudur ki, "Doktor Friç” diye biri gerçekte hiç olmamıştır! Sahte adla yazılan bu kitaba göre “Kürtçe’nin ihyası mümkün değildir”, “Kürtçe sözlüklerde geçen kelimelerin bile sadece yüzde 3’ü Kürtçedir”, “Kürt’lerin masalları da kendilerine ait değildir”, “bu kavim geçmişte de önemli bir rol oynamamıştır” v.s.
Pelister tarafından yazılan bu kitap Cumhuriyet dönemi boyunca baş eser konumuna gelir. O kadar ki, yıllar boyu İsmail Beşikçi’nin bilimsel eserleriyle kavga etmeye çalışan devletin savcıları –yokluktan olsa gerek!- sürekli bu kitabı onun karşısına çıkartırlar. İlk olarak 1971’de DDKO iddianamesinde Sıkıyönetim Savcısı, na-mevcut “Dr. Friç”e başvurur ve orjinal metinde yüzde 3 olarak verilen oranı dahi binde 3’e indirir. Ona göre “Dr. Friç”, Kürtçe’de sadece 30 kelime olduğunu kanıtlamıştır. (Duruşma sırasında Musa Anter’in dayanamayarak “Tavuklar bile elli kelime ile konuşuyorlar, bu ayıp olmuyor mu?” diye soruşunu da nakledeyim).
Bitmedi... “Dr Friç”, Beşikçi’nin karşısına bir de 1992 yılında dönemin ünlü savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından çıkartılır. Yine bildik “30 kelimelik Kürtçe” hikayesi... Yine bitmedi... Yüksel’in “Dr. Friç” aşkı 2002’de de devam eder. DGM savcısında göre Kürtçe’de “sadece 300 kelime” olduğu Dr. Friç tarafından “kanıtlandığına” göre “Kürtçe, bir üniversite programında yer alamaz”. Bu farsı daha fazla uzatmadan Malmisanij’e sözü bırakalım: “Dr. Friç örneği, hem uyduruk resmi kaynakların nasıl üretildiğini, hem de bunların hangi bağlamda kullanılabildiğini gösteren ibret alınacak bir örnektir” (“Anti-Kürdolojiden Kürdolojiye Giden Yol ve İsmail Beşikçi,” s. 80).
Devletin baş tacı ettiği başka bir kitap da, kendisi de bir Kürt olan M. Şerif Fırat’ın yazdığı Doğu İlleri ve Varto Tarihi’dir. Yazarımız, doğu illerinin dünyanın kuruluşundan beri Türk’ün özyurdu olduğunu “kanıtlamıştır”. Kürtlerin bir an önce o “arkaik dillerini terk etmeleri kendilerinin hayrınadır”. Yazarın sözleriyle “bu dağlı Türk kardeşlerimiz kendilerinin ulu soylarına yakışmayan ve bugün hiçbir kıymet ve mana ifade etmeyen bu söz yığını dilleri söküp atmalıdırlar”. Bu sözleri okuduktan sonra, Kenan Evren’in 1983’te M. Şerif Fırat için bir anıt mezar yaptırdığı bilgisinin elbette bir şaşırtıcılığı kalmıyor.
Kamuya açık olan yayın hayatında bunlar olurken, devletin gizli yüzündeki yayın faaliyeti daha ilginçti. Bu yayınlarda, bir yandan nesnel bilgiye ulaşmaya çalışan, bir yandan da o bilgilere ulaştıkça kendi meşreblerince bir ulus yaratma projelerinin imkansıza yakın bir proje olduğunu fark eden ve fakat nihai projeyi revize etmek yerine, onun gerçekleşebilmesi için çılgınca yan projeler üretmek zorunda kalan bir elitin çaresizliğini okumak mümkün.
Kürtlerle ilgili gerçeğe yakın herhangi bir çalışmanın şiddetle cezalandırıldığı dönemlerde bürokratik ve askeri elitler kendileri için Fransızca’dan, Rusça’dan Kürtlerle ilgili bilimsel kitaplar çevirtiyorlar ve bu kitapları incelettirdikten sonra dolaplara kilitliyorlardı. Bayar ve Menderes, kendileri için Nikitin’in Les Kurds kitabını çevirtir; TRT ise The Kurds adlı başka bir çalışmayı çevirterek “hizmete özel” damgalı bir rapor haline getirir.
Bu kitaplar ve daha niceleri devlet elitlerine gösterir ki, Kürtlerin asimilasyonu hiç de sandıkları kadar kolay olmayacaktır.
Uzun yıllar boyu devlet aklını ve pratiklerini belirleyecek olan işte bu başa çıkılması imkansız olan hakikat oldu.
Birinci yazıda söylediğim, hakikate doğrudan temas eden Kürtler haricinde, diğerlerinin Cumhuriyet’in Kürt politikasını öğrenebilmeleri içinse gizli raporların ve belgelerin ortaya çıkması gerekiyordu. Başka bir deyişle, Türkler uzun yıllar Kürtlere ilişkin kendi devletlerinin neler düşündüğünü ve dahası neler uyguladığını öğrenmedi, öğrenemedi –ve aslında en trajik olanı- öğrenmek de istemedi. O gizli raporlarda neler olduğunu ise bir sonraki yazıya bırakalım.
http://kuyerel.org/yazarlarimizYaziGoster.aspx?id=1736&yazarId=106
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.01.2015
28.07.2015
30.05.2015
5.02.2015
27.10.2014
21.06.2014
3.06.2014
26.04.2014
4.04.2014
20.02.2014