Mithat SANCAR

Mithat SANCAR
Mithat SANCAR
Tüm Yazıları
Yaralardan öğrenmek
7.11.2012
3544

 Bu yazıyı yazdığım şu gün, yaklaşık 700 kişinin sürdürdüğü açlık grevlerinin 56. günü. Dün itibariyle, binlerce kişi daha açlık grevine başladı.


Bülent Arınç
, dün önemli açıklamalar yaptı açlık grevleriyle ilgili. Üslubu özenli, değerlendirmeleri de olgun ve yapıcıydı.

Arınç’ın açıklamaları, açlık grevlerinin sona ereceğine dair ciddi bir beklenti yarattı. Ben de, her an iyi bir gelişme olabilir diye bekliyor ve yazıyı ağırdan alıyorum.

Az önce, KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın bir açıklaması düştü internete. Açıklamanın son bölümündeki şu satırların altını çiziyorum: “AKP hükümetini ...direnişçilerin taleplerini karşılamayı bir zafiyet ve geri adım atma olarak algılamadan, çözüm için çaba gösterenlere olumlu karşılık vererek, üzerine düşeni bir an evvel yerine getirmeye çağırıyoruz.”

Bu sözleri, Arınç’ın hamlesine olumlu bir karşılık ve açlık grevlerini sona erdirmeye yönelik bir hazırlık olarak yorumluyorum.

Derken, Selahattin Demirtaşsorunun diyalog ve karşılıklı adımlarla bir iki gün içinde çözümünü umdukları” şeklinde bir açıklama yapıyor.

Taraflar arasında doğrudan görüşmeler var mı yok mu bilmiyorum; ama bu karşılıklı açıklamalar yapıcı bir diyalogun başladığı anlamına geliyor.

Şimdi gelen bir habere göre de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, saat 17:00’de Adalet Bakanı Sadullah Ergin’le görüşecek. Bu haber, açlık grevlerinin sona ermesini sağlayacak girişimlerin yoğunlaştığını gösteriyor.

Bütün gelişmeler, açlık grevlerinin her an bitebileceğine işaret ediyor. Böyle olmasını diliyor ve böyle olacağını varsayarak yazıya devam ediyorum

Ölümler gerçekleşmeden açlık grevlerinin sona ermesi, şüphesiz çok değerli “bir çözüm”dür. Lakin şu soru da ister istemez akla takılıyor: Peki, bu noktaya varmak bu kadar zor muydu ya da neden bu kadar geciktik?

Açlık grevi yapan tutuklu ve hükümlülerin taleplerinin makul ve meşru olduğu konusunda yaygın bir kabul var. Daha önce Sadullah Ergin’in, dün Arınç’ın açıklamaları, hükümetin de bu talepleri esas itibariyle böyle gördüğünü ortaya koyuyor.

Arınç, o açıklamaları açlık grevleri başladıktan kısa bir süre sonra yapsaydı, çok muhtemeldir ki, “çözüm”e o zaman varılırdı. Lakin anlaşılan, Kürt sorununun on yıllardır çözümsüzlük sarmalına dolanmış olması, karar mercilerinin çözüm yeteneğini epeyce köreltmiş. Çözümün yolunu açacak basit adımlar bile, zamanında atılamıyor. Yani her olumlu gelişme bile, ciddi bir “gecikme”yle yaşanabiliyor. Böyle olunca da, çözüme katkı gücü ciddi biçimde törpüleniyor.


Kürt sorununda çözümsüzlüğün tarihi, “gecikmeler” nedeniyle değersizleşen adımların toplamı olarak da okunabilir. 
Diyelim on yıl önce yapılması gereken şeyler, o vakitte değil de, on yıllık gecikmeyle yapıldığında, son kullanma tarihi geçmiş bir ilaç misali ya etkisiz kalıyor ya da bünyeye bir şekilde zarar veriyor.

Aslında “gecikme”, sadece Kürt sorununu değil, modern Türkiye’nin bütün sorunlarını anlamanın anahtarı gibidir.

Gecikme, sorunların üst üste yığılmasına sebep olduğu için, çözümü zorlaştırıyor, bu uğurda ödenecek bedelleri arttırıyor.


Anadilinde savunma hakkı
nı alalım. Bu hakkı tanımayı reddetmenin kabul edilebilir hiçbir gerekçesi olmadığı bir yana, bu yasak KCK davalarını kilitledi. Bu kilitlenme ise, siyasetin işlev kaybetmesinde ve müzakerelerin tıkanmasında önemli rol oynadı.

Hükümet, şimdi bu yasağı kaldırmaya hazırlanıyor. Bu kadar olağan ve meşru bir hak için, bunca gecikmenin yol açtığı tahribatın hesabı nasıl ödenecek?


Açlık grevleriyle başlayan süreç, Kürt sorununu müzakere yoluyla çözmeye dönük çok önemli bir öğrenme fırsatı olarak değerlendirilebilirdi.

Hükümet, diyalog yöntemini tercih etseydi, hem barışçıl çözümün zeminini güçlendirmiş, hem de kendisinin önceki hükümetlerden farklı bir zihniyete sahip olduğunu göstermiş olurdu.

Oysa Başbakan bunun tam tersini yaptı. Adeta diyalog ve demokratik siyaset evrenini tarumar etmek istercesine konuştu. Tahrik ve tahkir edici üslubuyla, öfke ve hınç ortamını besledi. Bütün bunlardan sonra, “bakanına çözüm için harekete geçme talimatı” vermekle, yarattığı tahribatı ne kadar tamir edebilir ki?

Kim ne derse desin, açlık grevi, bir pasif direniş, bir sivil itaatsizlik eylemidir. Bu tür bir eylem karşısında, “sivil yöntemleri” destekleyici bir tutum takınmak, açlık grevini her şart altında onaylamak anlamına gelmiyor. Ama demokrat çevrelerde bile, bu ayrımı yapmak yerine, bu ayrımı yapanları “ölüm kutsayıcıları”, “şiddet destekçileri” olarak itham edenler oldu ne yazık ki! Bu ise, açlık grevleri vesilesiyle de olsa Kürt sorununu farklı boyutlarıyla değişik düzlemlerde ele almayı öğrenme imkânının yeterince değerlendirilmediği anlamına geliyor.

Öte yandan, açlık grevleri, PKK’ye de, müzakere yoluyla barışçıl çözüme katkıda bulunma imkânı sunuyordu. Mesela PKK, açlık grevleri süresince tek yanlı ateşkes ilan etseydi, sivil siyaset ve çözüm arayışlarının zemini genişler ve güçlenirdi. Oysa PKK buna yanaşmadığı gibi, yine aralarında bir çocuğun da bulunduğu sivillerin ölümüne yol açan insafsız ve izansız eylemler yaptı.

Evet, hep gecikiyoruz ve geciktikçe daha fazla hırpalanıyor, daha çok yaralanıyoruz. Ama yaralardan ve kayıplardan öğrenmek için, hiçbir zaman geç değildir...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar