Etyen MAHÇUPYAN
Bütün canlılar gibi insan da hayatını idame ettirmeye ve çoğalmaya eğilimli. Olabildiğince uzun ve sağlıklı yaşamak bu amacı gerçekleştirmenin asgari koşulu. Sosyal bir canlı olmasaydık başarının anahtarı bununla sınırlı olurdu.
Ne var ki insan varlığını ancak sosyallik içinde sürdürebiliyor. Diğer deyişle başarılı olabilmesi için hemcinslerine adapte olması, onların beğenisini kazanması ya da onları kendisini beğenmeye mecbur bırakması gerek. Olabildiğince çok sayıda ve sağlıklı eş bulmak, hayatta kalabilecek çocuklara sahip olmak buna bağlı.
Nitekim insan zihninin milyonlarca yıllık gelişiminde sosyal ilişkiler alanında işlevsel olan akıl, alet yapma ya da doğayı tanıma alanlarındaki yeteneklerimizden daha önce ortaya çıkmış. Dil de önce sosyal alanda kullanılmış.
Çünkü hayatta kalmak için birbirimize ihtiyacımız var… Öte yandan herkes aynı değil. İnsanların da iyisi kötüsü, güvenilir olanı olmayanı var. Av arkadaşınızın sizi yarı yolda bırakmaması, ot toplamaya gittiğinizde çocuğunuzun emin ellerde olduğunu bilmeniz lazım…
Dolayısıyla başkasının niyetini okuma, yüz ifadelerini deşifre etme, hareketlerinden anlam çıkarma gibi insan tanıma becerilerimiz köklü bir geçmişe sahip. Aldatılmaya ve yanıltılmaya karşı tedbir, buna karşılık fırsat çıktığında olayları kendi lehimize kullanma gibi özellikler zihnimizin temel dürtüleri arasında.
Aslında akıllılık dediğimiz şey de esas olarak bu… Bu becerilerde ne kadar gelişmiş ve hızlıysak o kadar akıllıyız. Nitekim bugün ‘zekâ testleri’ bir doğrunun yanında bizi yanıltmayı amaçlayan şıklar sunuyor ve biz söz konusu yanıltıcı olanları elimine etmeyi bir akıllılık ölçütü olarak kullanıyoruz.
Zihin bir kez bu beceriyi elde edince giderek daha akıllı olanların doğal seçim tarafından tercih edileceğini tahmin edebiliriz. Göreceli olarak diğerlerinden daha akıllı olanlar kendilerini daha iyi koruyacak, daha sağlıklı olup uzun yaşayacak ve tabii daha çok sayıda çocuk sahibi olacak. Bu durumda akıllılığı sağlayan genlerin her nesilde artması beklenir. Böylece insanın giderek daha akıllı bir varlığa dönüştüğünü varsayabiliriz.
Bu değişimi on bin yıllık bir sürede gözlemlemek mümkün değil, ama gözlemi birkaç milyon yıla yaydığınız zaman açık bir olgu. O halde acaba etrafımıza (bazen kendimize) baktığımızda niçin hâlâ bu denli çok aptallık görüyoruz?
Çünkü adaptasyon mekanizması zihnin becerilerinin ‘kalıplaşmasına’ neden oluyor. Zihin her olgu için bir özne ve nedensellik arıyor, bunun etrafında bir hikâye örüyor ve zaman içinde hikâyesini olgunlaştırıp sabitleştiriyor. Diğer deyişle her durum için zihnimizde ‘hazır’ bir açıklama (anlama) taslağı ortaya çıkıyor ve bunu veri alarak davranıyoruz. Bu sayede daha tedbirli ve hızlı olabiliyoruz.
Bu yeteneğimiz tümüyle bilinçdışında yerleşik. Doğal seçim açısından ‘akıllıca’ bir gelişme. Zihnimiz bu akıllılığı sağlamak üzere bir aptallık yetisi geliştirmiş! Çünkü hayatta birçok basit ve sıradan durumda, ya da büyük tehlikeler karşısında fazla akıllı olmaya gerek yok. Bilinçdışımız gerekli tepkiyi çoğu zaman uygun şekilde veriyor.
Öte yandan bu becerinin bir maliyeti var. Akıl kullanmayı gerektiren durumları gerektirmeyen durumlardan ayırt etmeyi zorlaştırabiliyor. Bilincin öne çıkmasını talep eden durumlarda insanı bilinçdışına mahkûm edebiliyor… Akıllı olmak için bilgi ile beslenme gerektiğinde, bizi tam aksi yöne sevk edip, bilgisizliğin korunaklı kucağına itebiliyor. Cehaletin rahatlatıcı kollarında aynı klişeleri tekrarlayarak sükûnet bulmayı tercih edebiliyoruz.
Düşünmek zor iş. Düşünmeye karar verseniz, bir iki dakika içinde zihniniz sizi başka yerlere götürecektir. Odaklanmak büyük çaba ister ve düşünmenin sonuçları da güvenilir değildir. Zar zor düşünmeye çalışarak vardığımız sonuçtan ne kadar emin olabiliriz? Oysa bilinçdışının hazır kalıpları bize doğruyu anında söyler. “Şu an tam anlatamıyor olabilirim ama söylediğimin doğru olduğundan eminim” duygusu bizi hemen kendisine çeker.
Velhasıl insan giderek akli melekelerini yükseltiyor olsa da bu özelliğini kendisini aptallaştırmak üzere de kullanıyor. Söyleyebileceğimiz tek şey şu anki aptallığımızın geçmişte yaşayanlara oranla daha akıllıca olduğudur ama bu bile şüpheli… Çünkü çevre koşulları insanın evrimine kıyasla daha hızlı değişiyor. Göreceli olarak baktığımızda akıllanma hızımız belki de yeterli değil. Belki de giderek aptallaşmaya daha fazla bel bağlıyoruz, hayatın karşımıza çıkardığı her durum için hazır formüllere ihtiyacımız artıyor.
Bu insanlık hali zihniyet meselesini daha da kritik hale getiriyor. Akıllılığın fazla gerekli olmadığı bir dünyada akıllılığı teşvik eden bir zihniyete gereksinim az olabilir. Ama dünya asgari bir akıllılığı zorluyorsa, bunu önleyen zihniyetlerin maliyeti yüksek olacaktır.
Geçen haftaki yazımda anlatmaya çalıştığım üzere otoriter ve ataerkil zihniyetlerin egemen olduğu zihniyet bileşimleri aptallığı kültürleştirmeye daha teşneler. Böyle bir durumda toplumsal sistem aptallığı ödüllendirebiliyor. Kişisel akıl kurnazlığa, yolunu bulmaya, işini halletmeye indirgeniyor. Fırsatçılık, emri vaki, kendini gizleme, etrafından dolaşma, yağcılık, parsa kapma gibi davranış kalıpları normalleşiyor.
Ortak akıl gerçekten ortaklaşılan bir aklın üretiminden ziyade, gizli denge ve pazarlıkların dinamiği ile hiyerarşinin ve gücün buluşmasını ifade ediyor. Siyaset bu çerçevede oluşuyor ve sıradan aptallığı kuşatıyor. Siyasi kültüre adapte olup yükselme imkânı, aklın kişisel çıkar yönünde kullanılmasını teşvik ediyor.
Otoriter ve ataerkil zihniyetlerin egemenliği siyasi kültürü bir aptallık dünyası olarak şekillendiriyor. Davranışlardan konuşma tarzına ve ‘düşünme’ alışkanlıklarına, her an ve durumda aptallığın zihniyet tarafından meşrulaşmış halleri onaylanıp yüceltiliyor.
Bu sayede siyaset seçici bozuk algıyı, kof bilgiçliği, şişirilmiş özgüveni besliyor, hak edilmemiş bir saygı beklentisini pekiştiriyor ve bu ‘hasletler’ üzerinden bir sistem kotarılıyor.
Sıradanlığın vasatlığı taltif edilirken, sıradan aptallık kanıksanıp giderek siyasetin normu haline geliyor. Kurumsal açıdan bunun anlamı, aptallığın sorgulanmayan bir norm olarak yerleşip doğallaşması…
(Liberaller genelde zihniyet kavramına yabancı oldukları için öngörülerinde bu nedenle yanılıyor. Kişisel çıkarın peşindeki rasyonelliğin kendisiyle uyumlu bir toplumsal ve kurumsal rasyonellik üretmesini bekliyorlar. Oysa toplumsallık ilişkiler üzerinden kurulduğu için, ilişkilerin zihniyetine bağlı olarak farklı bir rasyonellik ortaya çıkabiliyor.)
Sıradan aptallığın siyasallaşması üç aşamalı bir ‘körlüğe’ neden olmakta: Bilgi varken görmeme, bilgi yokken varsayma ve nihayet bilgiye ihtiyaç duymama.
Bu ‘mantığın’ nasıl işlediğini en iyi ekonomi alanında sınayabiliyoruz, çünkü en sistematik bilgi orada ve üstelik güvenilir bir bilimsel sınanmışlığa sahip.
Örneğin iki olgu arasında korelasyon gördüğünüzde bunun nedensellik ima etmeyebileceğini bilirsiniz. Muhtemelen birçok değişkenin değeri aynı yönde hareket etmektedir ve izlediğiniz iki olguyu aynı anda benzer şekilde etkileyen bir üçüncü olgu söz konusu olabilir. Yine örneğin iki olgu arasında nedensellik ilişkisi kurduğunuzda diğer değişkenleri sabit varsayarsınız ama gerçekte onların sabit olmayacağını bilirsiniz…
Ne var ki örneğin iktidar faiz ile enflasyon arasında nedensellik ilişkisi olduğunu ‘düşünmekle’ kalmıyor, bunun diğer değişkenleri etkilemediğini ve de üstelik nedenselliğin tek yönlü olduğunu ‘düşünüyor’. Böylece ‘faiz düşerse enflasyon düşer’ formülüne geliyoruz. Buna Merkez Bankası Başkanı’nın “kurun faizle ilişkisi yok” sözünü, ya da Cumhurbaşkanı’nın mealen “faizi düşürdük, niçin yatırıma girişilmiyor” serzenişini ekleyebiliriz.
Bu son nokta da ilginç… Ekonomi tahsilinde öğrenilen en sıradan bilgilerden biri faiz ile yatırım ilişkisinin simetrik olmadığı. Yani faizlerin yüksekliği yatırım yapacak birinin vazgeçmesine neden olabilir, ama faizin düşüklüğü kendiliğinden yatırım yapılmasını sağlamaz, çünkü yatırımcının önce bu kararı vermiş (neyi nasıl üretip nasıl para kazanacağı hesabını yapmış) olması gerekir.
Bu toplu örnekte açıkça görülen şu: İktidar ekonomi alanındaki bilgiyi görmüyor, kendi kafasından bilgi üretiyor ve giderek iş o hale geliyor ki iktidarın karar verirken herhangi bir bilgiye ihtiyacı olup olmadığından bile emin olamıyoruz.
Siyasi kültür ve onun uzantısı olan karar mekanizması bilgiden muaf bir zemin üzerinde işliyor. Hiyerarşinin ürettiği kanaatler ‘gerçek’ muamelesi görüyor ve söz konusu ‘gerçeklik’ veri alınarak ileriye dönük, netice vermesi beklenen adımlar atılıyor. Sonrasında beklenti gerçekleşmeyince de (üretilmiş ‘gerçeğin’ yanlış olamayacağı varsayıldığı için) iç ve dışta çeşitli münafıklar aranıyor.
Mesele bilincin ürettiği yerleşik bilimsel aklın iktidarca makbul bulunmaması ve ataerkil zihniyetin ima ettiği siyasi kültür içinde aklı dışlayan bir tutumun ‘doğal ve normal’ hale gelmesidir. O noktadan itibaren bir suçlu bulmaya çalışmak da abes. Herkes aynı ortak yaklaşımı beslemeye başladığında ‘gerçeğin’ ne olduğu sorusu anlamsızlaşır, çünkü soru ne olursa olsun var olan sistem ‘yanıtın bizde’ olduğu kabulünü meşrulaştırır.
Zihniyet, siyasi kültür ve karar mekanizması bir bütündür ve alan ayırt etmez… Diğer deyişle bir iktidar örneğin ekonomi alanında ne denli akıllıysa, dış politikada ya da kimlik meselelerinde de üç aşağı beş yukarı aynı akıllılıktadır. Bu minvalde Türkiye’nin hiçbir zaman kullanmayacağı S-400 sistemini niçin satın aldığı ya da Suriye’de Kürt oluşumuna ‘hayır’ derken nasıl olup da bir Sünni oluşum hayal edebildiği irdelenebilir.
Ama biz popüler bir tartışma ile bitirelim… Sezen Aksu’nun bir şarkısında Adem ile Havva’ya ‘cahil’ denmekteymiş. Cumhurbaşkanı camide ‘bunu söyleyenin dilini kopartmaktan’ söz etmiş…
Eğer zihniyet kişide zihinsel körlük yaratmamışsa mesele şöyle resmedilebilir: Adem ve Havva İbrahimi dinlerde aziz mertebesindeler ve birçok kişi için kutsiyet taşıyabilirler. Ancak bilimsel bulgular apaçık şekilde böyle bir yaradılış öyküsünün gerçek olmadığını gösteriyor. Öte yandan kutsal kitapların bu kıssayı bir gerçeklik olarak değil, sembolik anlamı nedeniyle kullandığına dair de yeterince belirti var. Diğer deyişle mesele doğası gereği günaha eğilimli olan insanın uyarılması ve bu uyarının ataerkil bir anlam dünyası içinde hikâyeleştirilmesinden ibaret.
Bu arka plan önünde acaba Adem ile Havva’ya ‘cahil’ demek bir hakaret midir ve insanları ‘söyleyenin dili kopartılacak’ ölçüde rencide etmesi normal karşılanabilir mi? Bilimi de ifade özgürlüğünü de bir kenara bırakalım. Dini öğretiyi veri alalım…
Cennette yeni yaratılmış ilk iki insan. Kendilerine bir yasak konmuş. Niye bilmiyorlar. Niye bir meyvenin ve sadece o meyvenin yasak olduğunu da bilmiyorlar. Yerlerse ne olur onu da bilmiyorlar. Neyin doğru veya yanlış olduğuna dair kendilerine ait hiçbir bilgiye sahip değiller… Hatta henüz doğru ve yanlışın ne anlama geldiğini de bilmiyorlar çünkü üzerinde düşünmüş değiller. Yani cahiller. Ve zaten öyle de olmaları lazım, çünkü bu aynı zamanda bir saflık. Henüz sınanmamışlar, lekelenmemişler. Henüz ‘insan’ değiller. Yaşayacaklar, cehaletleri azalacak ama bunun karşılığında günahkâr olacaklar.
İbrahimi dinlerin bu kıssada Adem’i Allah’ın temsilcisi yapması insanın kendisine yaptığı bir iltifat. Nitekim Adem’in tüm bilgisinin Allah’tan gelmesi de gerçekliği ‘doğru’ bilme ihtiyacımızı yansıtıyor. Ne var ki Adem cenneti bilmekte, dünyayı değil… İnsan cennette bile yanlış yapmaya eğilimli ise dünyada ne yapmaz? Dinler bu bariz olasılığın cenneti insana yasaklama ihtimalinden ürkmüş. Allah’ın Adem’in yasak meyveyi yemesini ‘kasıtlı’ bulmamasına sığınmış. Böylece bizlerin de günahlarımızdan ‘kasıtlı’ olmadığı gerekçesiyle sıyrılma şansımız olmuş!
Adem ile Havva’nın cennetten kovuluş kıssası insanın kendi mutlak cehaletinin farkında olarak, bu cehaletin sonuçlarından kurtulma, Allah nezdinde makbul olma ihtiyacını anlatıyor… İnsanın bilgeliğinin cehaletin farkındalığından geçtiğini, merakın insanın temel özelliği olarak kaçınılmaz şekilde bizi günaha sevk edeceğini hatırlatıyor.
Ama belli ki dindarlığı araçsallaştırmaya eğilimli şu siyasi kültürde (bilimsellikten vazgeçtik) dinsel bilgi bile işe yaramıyor. İktidar öğrenme ya da yorumlama arayışına da girmiyor. Anlaşılan işin özünde bilgiye ihtiyacı yok. Öylesine ‘akıllı’ ki bilgi olmadan da doğruyu ‘biliyor’.
Ancak bu bilincin değil, bilinçdışının ürettiği bir akıl. Düşünmeye ihtiyaç duymayan bir akıl… Nitekim gündelik hayatta buna başka bir ad veriliyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları





















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.10.2025
25.10.2025
15.03.2025
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024