Etyen MAHÇUPYAN
Bu nihayette basit bir yazı. Varılacak noktayı başlık söylüyor. İddia şu: Türkiye siyasetinde (dolayısıyla devlet ve toplumunda) var olan vasatlık, son otuz yılda yeniden şekillenerek kalıcı hale geldi. Bu arka plan bugünün siyasetini fazlasıyla etkiliyor ve öyle ki en muhtemel sonucu Haziran seçimlerinden sonra bir erken seçime gidilmesi olacak. Erken seçim de söz konusu vasatlığı pekiştirecek ve kurumsallaştıracak.
Bu önermeyi iyi anlatabilmek adına adım adım gideceğim. Önce bir ideolojik arka plan: Geçmiş yazılarımda üzerinde epeyce durmuştum, 28 Şubat ve sonrasında gelen (birincisi egemen olarak demokratik, ikincisi egemen olarak otoriter zihniyette) iki AK Parti döneminden sonra Türkiye gerçekte ‘ideolojisiz’ kaldı. Ne Kemalizmin, ne İslamcılığın, ne de Türk milliyetçiliğinin bu toplumu ve ülkeyi yönetebilme niteliği bulunmuyor. Her üçü de fazlasıyla sığ ve bugünün gerekleri karşısında yetersiz ideolojiler. Son dönemde daha sık gündeme gelen Atatürkçülük de aslında bu boşluğu doldurmaya yönelik bir laik hevesten ibaret.
Dolayısıyla ‘kök’ ideolojiye dönüyoruz. Yani İttihatçılığa… Burada uzun uzadıya ayrıntısına girmeyeceğim, isteyenler Serbestiyet’te yayımlanmış olan eski yazılarıma bakabilir. Ama bir özelliğini öne çıkarmamız yeterli: dindarlığı içeren ve devlet merkezli bir millicilik. Nitekim bugün bunu ‘yeni’ TSK’da da izliyoruz. İnsanlar dindarlaşmıyor, ama dini hassasiyeti Türklükle meczeden bir devletçi kimlikleşme yaşanıyor.
İşin bizi ilgilendiren tarafı bu yeni(den) İttihatçı arayışın doğrudan siyasi bir eylem planının olması. Bunu cumhurbaşkanlığı sisteminin teklif edilme sürecinde gördük. (Gülencilerin 2016 darbe girişiminin serencamında da bazı izler bulanlar var, ama onu bir kenara bırakalım). Cumhurbaşkanlığı sistemi Erdoğan’ın kafasında çoktan, 2015 Haziran seçimlerinde bitmişti. Bu öneriyi Bahçeli getirdi ve önerinin içeriğinin ne MHP üst kurullarında ne de danışman kadrolarında konuşulduğuna dair tek bir belirti yok.
Kısacası Bahçeli bu öneriyi parti dışından bazı ‘özel’ insanlara danışarak ya da onların telkini ile yapmış olmalı. Bildiğimiz üzere sistem bir yüzü devlete, diğer yüzü topluma yönelik ‘ikili’ bir kamusal alan üretti. Birinciye Bahçeli bakıyor ve devletin İttihatçı bir vizyon içinde şekillenmesine katkı veriyor. İkinciye ise Erdoğan bakıyor ve toplumun bu iktidarı yeniden seçmesini sağlamak üzere elinden ne gelirse onu yapıyor.
Sonuç olarak şu anki iktidar tek başına kritik bir oyu devşirme becerisi olan dindar bir popülist ile, devlet-toplum ilişkisini dizayn etme ve devletçiliği daim kılma peşinde olan bir devlet-içi iradenin koalisyonu. Bu tespit şu nedenle önemli: İktidarı Erdoğan ile özdeşleştirmenin maliyeti şu ana kadar yüksek oldu ve seçim sonrası daha da büyüyebilir…
Öte yandan hepimizin bildiği üzere Türkiye devleti, (belki Atatürk’ün keskin bir tasfiye uyguladığı kısa dönem hariç) içerdiği personel ve ideolojik bakış açısından hiçbir zaman homojen olmadı ve bugün de değil. Diğer deyişle devlet içinde şu anki koalisyona karşı olanlar da muhtemelen var. Buna karşılık koalisyonun ortakları da bu iç muhaliflerin farkında.
Buradan iki temel önerme türetebiliriz: Bir, yaklaşan seçim aynı zamanda devlet içi bir çatışmanın izdüşümü olarak yaşanabilir, ya da en azından toplumsal siyasete paralel olarak devletin içinde de bir siyasi mücadele söz konusu olabilir. İki, hem koalisyon ortaklarının hem de onların muhtemel mualiflerinin bu seçimleri kollarını kavuşturup izlemelerini beklemek fazlasıyla naiflik olur. Muhakkak ki her iki taraf da seçimin olası sonuçları üzerinde düşünecek ve sonucu kendi lehine etkilemek için elinden geleni yapacaktır.
Devlet aktörlerinden siyasete doğru nasıl bir etki gelebileceğini kısaca irdelemiş olduk. Ancak bu noktada bütün sosyal bilimcilerin bir ağızdan müdahale ederek, önemli olanın toplum olduğunu, bu anlattıklarımın bir toplumsal karşılığının olup olmadığının sorgulanması gerektiğini duyar gibi oluyorum. Öyleyse topluma da bakalım…
Yine çok fazla detaya girmeyeceğim ama isteyenler (örneğin PanoramaTR gibi) ciddi saha çalışmalarının son iki yıllık verilerinin serencamına bakabilir. Söz konusu veriler ve her gün gazetelere yansıyan toplum haberleri bir ‘fetret’ döneminde olduğumuzu ima ediyor. Diğer deyişle giderek insanlar (özellikle gençler ve genç çekirdek aileler) ne ideolojik, ne kimliksel, ne de ahlaki bir çıpaya, gerektiğinde baş vuracakları bir referansa sahip değil gözüküyor. Bunun sosyal tezahürlerini, sağlık personelinin yurt dışına kaçma isteğinden Erasmuş öğrencilerinin geri dönmemesine, aileleri parçalayan akçalı skandallardan kurumların bir bütün olarak yozlaşmasına kadar bir dizi olayda izliyoruz.
Söz konusu toplumsal fetretin iki yönü var: Ekonomik ve gündelik hayata dair meselelerde bireysel kaçış stratejilerinin üretilmesi; ve kişinin (ailenin) kendisini toplumun geri kalanıyla ilişkilendirdiği, huzur ve güvenliğin öne çıktığı meselelerde cemaatsal/kimliksel tutunma ihtiyacının belirleyici olması. Bunun sonucu olarak toplumsal merkezde bireyselleşmeyi tetikleyen bir kaygan zemin üzerindeyiz. Siyasi merkez açısından ise toplumun karşısında koca bir belirsizlik ve tanımlanamazlık durumu mevcut. Kim (hangi parti, lider) gerçekte neyi savunuyor, ilerde neyi savunacak, ne kadar güvenilir, kim ne kadar kalıcı… Toplumda bu soruların karşılığı net biçimde yokmuş gibi gözüküyor.
Bu durumun sonucu (herkes için içi biraz farklı şekilde dolacak olsa da) tek kelimeyle endişedir… Türkiye toplumu ve (muhtemelen HDP’li Kürtler hariç) tek tek her cemaat bir ‘toplumsal tahayyül boşluğu’ yaşıyor. Toplumsal merkez cemaatçi yaklaşımın neden olduğu yıpranma nedeniyle elden kaçmış durumda. Bugünün Türkiye’sinde bir süredir toplumsal bir merkez yok. Diğer deyişle teorik olarak bir toplumsal merkez tanımlasak bile, orada somut insanlar yok. Toplumsal merkez dediğimiz şey sadece bir ortalamadan ibaret… Bu merkezin oluşabilmesi ona tekabül eden bir vatandaş tipolojisinin siyaset tarafından teşvik edilmesini, sahiplenilmesini gerektirirdi ama olmadı…
Bu nedenle (kimlikçi radikaller dışında) toplumda hemen herkes bir ‘siyasi’ merkezin oluşmasını ve böylece güven duygusuna yeniden sahip olmayı umut ediyor. Ne var ki siyaset yelpazesinde de bir süredir ‘merkez’ kavramı anlamını yitirmiş gözüküyor. Hangi partinin merkez olduğu, uçlara kimleri yerleştirdiğimize bağlı. ‘Merkez’ özelliği atfedeceğimiz hiçbir partinin söz konusu merkezi konumu derinleştirme, ideolojik bağlama oturtma, dolayısıyla ileriye dönük kalıcılık duygusu verme yeteneği bulunmuyor.
Bu tablo karşısında toplumun gerçekçi bir arayış sergilediği söylenebilir… Şöyle ki, detay politikalarla, adaletsizliklerle, sıradan yolsuzluklarla fazla ilgilenilmiyor. Bunlar gündelik dedikodu çarkı içinde parlayıp sönüyor ve unutuluyorlar. İnsanların çoğunluğu ‘merkez siyaseti’ ararken düz, kaba, kalın çizgilerle tanımlanmış ama güvenilir bir çıpa peşindeler. Ülkenin kaotik bir döneme girmesinden ürküyorlar; vazgeçtikleri, daralttıkları beklentilerini (hiç olmazsa) bir sağlam kazığa bağlamak istiyorlar.
Konumuz açısından bu duygu atmosferinin özel bir önemi var: Devleti ve toplumu bir arada, fazla çıkıntılık yapmadan yönetebilecek, hem devlet hem toplum tarafından ‘merkezde’ tasavvur edilmeye müsait, İttihatçı hassasiyeti günümüz koşullarına uyduracak bir ‘devletçi popülizmin’ önü açılıyor…
***
Şimdi gelelim işin entrikalı tarafına… Bu arka plan yaklaşan seçimler için acaba ne ima ediyor?
Yine devlet kanadından başlayalım. Devlet içi (ve çeperindeki) aktörlerin Haziran seçimlerini etkilemeye çalışacaklarını varsayabiliriz. Muhtemeldir ki muhaliflerin tavrı daha ziyade uzaktan destek verme, bilgi sunma, dosya kaçırma, seçimi muhalefetin kazanması halinde hazır olma şeklinde olacaktır. Ancak iktidar koalisyonunun parçası olanların çok daha aktif olması beklenir. Muhtemelen ‘bu seçimlerde yine Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakını mı destekleyeceğiz?’ sorusunu kendilerine sordular. Nitekim cevabın ‘evet’ olduğunu rahatlıkla varsayabiliriz.
Ama asıl ilginç soru bundan sonra geliyor: Eğer Erdoğan kaybederse ne yaparız? Ki saha çalışmaları (her şey seyrinde giderse) sonucun bu olacağını söylüyor. O halde ‘kazanmayı sağlayacak şekilde işin seyrini etkileyebilir miyiz’ sorusunun da tartışılması şaşırtıcı olmaz. Ne var ki küresel dünyaya entegre bir ülke olarak Türkiye’nin kendi koşullarını (örneğin savaş çıkartmak üzere) fazla zorlama imkanı yok.
Bu durumda koalisyonun devlet kanadı için (ama Erdoğan ve Cumhur İttifakı için de) iki ayaklı bir strateji öngörebiliriz: Bir, Altılı Masa’nın bütünlüğünün sağlanamaması için Masa’daki farklı aktörlerin nasıl kullanılabileceğine bak; iki, her halükarda muhalefetin Meclis çoğunluğunu sağlamaması için strateji geliştir…
Bu gözle bakıldığında Altılı Masa içinde İYİ Parti’nin konumu hemen dikkat çekiyor. İttihatçı projeye, yeni bir ‘devlet-toplum buluşmasına’ ters düşmeyecek bir siyasi parti. Başında birtakım gizli ve açık kırmızı çizgilere uymaya yatkın bir lider; toplumsal tahayyüldeki merkez boşluğuna oturmaya en hevesli ve bu açıdan en esnek siyasi oluşum; Erdoğan’a karşı dik durduğu ölçüde muhalefet, devletçiliğin ideolojik sahibi olduğu ölçüde iktidar olan bir parti görünümü; toplumun kafasını karıştırmayacak kadar kaba kalın çizgilerle çizilmiş bir basmakalıp siyaset çerçevesi; belki en önemlisi güç verildiği takdirde durumu az çok idare edecek, risk içerme ihtimali zayıf bir yönetim aktörü…
İYİ Parti tam da konjonktürün, devlet içi aktörlerin ve vatandaş genelinin (aramasa bile) bulunca yadırgamadığı türden bir esnekliği ve akışkanlığı temsil ediyor. Dolayısıyla belki herkes kendisini biraz oraya yakın hissedebiliyor, herkes bir miktar ‘niye olmasın’ diyor. Bu esneklik ve akışkanlık içinde birçok kişi çeşitli zamanlarda İYİ Parti’nin ve Akşener’in ‘mantıklı’ bir tercih olabileceğini düşünüyor.
Nitekim oyunu istikrarlı biçimde artıran, AK Parti’den oy koparabilen ana oyuncu İYİ Parti… Bunun nedeni (aynı esneklik ve akışkanlık sayesinde) eklektik bir seçmen kitlesine sahip olması. İYİ Parti tabanının Erdoğan’a en zıt taban olduğu bir şehir efsanesi. Öyle bir grup gerçekten de mevcut. Ama parti tabanında tam öbür uçta insanlar da var ve hiç de az değiller. Bu kişilerin muhalefetin adayını beğenmedikleri takdirde herhangi bir rahatsızlık duymadan Erdoğan’a oy verebilecekleri görülüyor.
Buradan yapabileceğimiz çıkarsama İYİ Parti’nin muhalefet ile iktidar arasında ‘ikili’ bir strateji geliştirmek için belirli avantajlara sahip olduğudur. Bu durumun devlet aktörlerinin de dikkatinden kaçmadığını varsayabiliriz… İYİ Parti’nin onların da planlarında yer alabileceğini en azından bir ihtimal olarak akılda tutmakta yarar gözüküyor.
Ancak İYİ Parti’nin avantajı bununla bitmiyor. Akşener ile parti arasında liderin bilinçli olarak yarattığı bir mesafe var. Bu sayede Akşener partisinden daha ‘ilerde’, makul ve konuşulabilir, birlikte iş yapılabilir gözüküyor. Söz konusu anlamlandırma onun Altılı Masa’da kalmasını ama aynı zamanda (aynen Bahçeli’nin AK Parti’ye uyguladığı türden) Masa’ya ideolojik sınır koyabilmesini sağlıyor.
İYİ Parti ve Akşener bahsini kritik bir gösterge ile bitirelim: Acaba niçin HDP ile hiçbir şekilde ilişkilenmek istemiyorlar? Neden en ufak teması bile dışlama konusunda bu denli hassaslar? Acaba Akşener aniden niye Esad ile görüşüp meseleyi çözebileceğini söylüyor? Bu sorulara yanıt ararken şu gerçeği unutmayalım: HDP Meclis’te yer alan bir parti, Meclis başkan vekillerinden biri HDP’li; ve de Esad ile konuşarak hiçbir şeyin çözülemeyeceğini herkes biliyor…
Yani Akşener bilerek boş konuşuyor. Ama boş olması bu sözlerin siyaseten işlevsiz olduğunu söylemiyor. Akşener bir yandan devletçi milliciliğe sahip çıkarak şu anki iktidar ortaklarına göz kırpıyor, diğer yandan da muhalefetin bir blok olarak davranmasını, giderek Altılı Masa’daki bazı aktörlerin muhtemel HDP bağlantısını engellemeye çalışıyor. Acaba niçin?
Benim cevabım şu: Bir, konjonktürün değişmesi durumunda iktidar ve muhalefetin dışında devlet destekli bir üçüncü seçeneğin oluşma ihtimaline hazır olmak istiyor; iki, Altılı Masa’nın Meclis seçiminde çoğunluğu sağlamamasının kendi hareket yeteneğini artıracağını umuyor.
Hemen ekleyelim ki bunlar İYİ Parti ve Akşener açısından ‘akıllıca’ beklentiler. An itibariyle muhalefetin ne yönde ne kadar ilerleyeceğini Akşener belirliyor ve o da muhalefetin HDP üzerinden güçlenmesi halinde söz konusu hareket alanının kısılacağını biliyor. Kritik mesele şu ki aslında muhalefet bu sıkışmaya mahkum değildi. Muhalefet içindeki diğer partilerin ideolojik ve siyasi ataleti İYİ Parti’ye yaradı.
Bir an için İttihatçı yeniden yapılanma dinamiğini, toplumdaki fetret halini, siyasi ve sosyolojik açıdan bir merkezin olmamasını hatırlayalım. Böyle bir durum aslında AK Parti’den koparak ona karşı konumlanan DEVA ve Gelecek için büyük bir imkân sunmuştu. Bu partiler muhafazakarlığı, laikliği, milliyetçiliği ve devletçiliği yeniden (demokrat bir zihniyet çerçevesi içinden) tanımlamak, buradan hareketle devleti, devlet-toplum ilişkisini, kamusal alan konseptini ve vatandaşlığı farklı bir zeminde inşa etmek üzere toplum karşısına çıkabilirlerdi.
Bu fırsat çeşitli nedenlerle kaçtı ve kurumsallaşmayla birlikte muhtemelen o potansiyel kullanılmadan bir kenara itilmiş oldu. Denebilir ki ideolojik açıdan bakıldığında bu süreçte ‘devlet’ için asıl tehdit hiçbir zaman CHP olmadı. Asıl tehdit yeni partilerdi… Çünkü sırtlarında sadece (o da bir miktar) AK Parti’den gelen siyasi yük vardı, ama ideolojik yük yoktu.
Ne var ki bu partiler nasıl büyüyecekleri konusunda yanılgıya düştüler. ‘Büyük parti siyaseti’ yaparak büyüyeceklerini sandılar. Dolayısıyla bir dizi (gerçekten de sağlam içerikte, değerli) raporlar yazdılar. Ama bunlar işe yaramadı. Çünkü toplumun değişimci, reformist kesimlerinin ‘büyük parti siyasetine’ değil ‘büyük siyasete’ ihtiyacı vardı. Yani ‘kendini de konu’ eden, toplumun nispeten ham da olsa güvenebileceği, bugünün dünyasında gerçekçi bulacağı, peşinden gitme arzusu duyacağı bir alternatif ideolojik vizyon… Bu yapılmayınca çok ilginç bir dinamik yaşadık: DEVA ve Gelecek Partisi eleştirileri ile iktidarı yıprattı, ama iktidardan uzaklaşan oy onlara değil İYİ Parti’ye gitti.
***
Ve nihayet geldik işin heyecanlı kısmına… Anlaşılan muhalefet bu gidişle Meclis’te çoğunluk sağlayamayacak. Olacağı varsa bile muhtemelen bir dizi olay ve müdahale ile bu sonuç engellenecek.
Bunda muhalefet partilerinin, medyanın ve özel olarak laik kesimin kendisini yarı profesyonel siyaset uzmanı gören fikir oluşturucularının suçu var. Kendisini bu iktidarın karşısında konumlandıran insanlar ‘bu iktidardan nasıl kurtuluruz’ kaygısını bir anda ‘Erdoğan’ı kim yener’e dönüştürdüler. Kamuoyu yoklamalarında bir dizi insan Erdoğan ile karşı karşıya getirildi. Açıkça söylemek gerekirse bu ‘arayış’ ortaklaştığımız aptallıkların cazibesinden kurtulmanın ne denli zor olduğunu ortaya koydu.
Çünkü muhalefetin cumhurbaşkanı adayının seçimi konusunda denklem apaçıktı: Bu adayı seçecek olan kamuoyu değil Altılı Masa’ydı, adayın Masa’dan çıkacağı belliydi çünkü hiçbir lider ‘ben bu işi kıvıramam ama galiba şu belediye başkanı yapabilir’ diyemezdi, ilk seçeneğin Masa’daki en büyük partiye ait olması gerektiği de belliydi ve nihayet o en büyük partinin lideri cumhurbaşkanı adayı olmayı istiyordu.
Belki idraki zordu ama basit gerçeklik şunu söylüyordu: Kendisi istediği takdirde Kılıçdaroğlu aday yapılmazsa, Altılı Masa dağılır… Nitekim işler o noktaya geldi, ama muhalefetin siyasi enerjisi boşu boşuna harcandı.
Oysa bu enerji çok farklı kullanılmalıydı: Meclis’e girmeyi ve orada çoğunluğu sağlamayı garanti edecek ortak siyaseti arayarak ve üreterek… Bu yapılmayınca iktidar tarafı (ve İYİ Parti) için bir hareket alanı doğdu. Öncelikle HDP’nin yalnızlaştırılması gerekiyordu çünkü CHP ile muhtemel bir yakınlaşma, sadece ana muhalefet partisine avantaj sağlıyordu. Ayrıca iradi veya tesadüfi nedenlerle de olsa sonuçta siyaset boşluk kabul etmedi ve ortaya Zafer Partisi çıktı… Süfli bir içerikle de olsa ‘büyük’ siyasete soyunan bir küçük parti… Nitekim Memleket Partisi ve diğerleri Zafer Partisi’yle birlikte seçime girmeyi planlıyorlar.
Şimdi basit bir aritmetik yapalım: Kararsızlar dağıldıktan sonra oy dağılımı yuvarlak rakamlarla şöyle: Cumhur ittifakı yüzde 40, CHP 25, İYİ Parti 13, HDP 12. Geride 10 puan var. Bir yanda DEVA, Gelecek, Saadet; diğer yanda Zafer, Memleket, Yeni Refah ve diğerleri… Kendi başlarına seçime girdikleri takdirde hiçbiri barajı geçemeyecek. Bir büyük partinin listesinden girebilirler ama bu onur kırıcı olabilir, ufak partileri daha da zayıflatabilir.
Seçim öncesinin psikolojisini veri alırsak herhalde şunu söyleyebiliriz: Ufak partiler tek tek seçime girdikleri takdirde oyları daha da azalacaktır, çünkü seçmen oyunun boşa gitmesini istemeyecektir. Buna karşılık ufak partiler birleşerek tek çatı altında seçime girdiklerinde bir sinerji yaratabilir ve toplam oylarını artırabilirler. Böylece barajı geçme ihtimali de ortaya çıkar…
Eğlenceli ama gerçekçi (belki de trajik) bir soru ise şu: Ya bu ufak partilerden bir uçtakiler birlikte hareket ederken diğer uçtakiler ayrı ayrı seçime girerse? Birleşik olanın barajı geçme şansı daha da artacak, tek tek seçime girenlerin oyu daha da azalacaktır.
Bu hayati bir durum, çünkü özellikle yeni kurulan partilerin Meclis’e giremedikleri takdirde bütünlüklerini koruma, ayakta kalma ihtimali çok zayıf.
İmdi siyasetin dinamiğine baktığımızda ne görüyoruz? Zafer Partisi ve ortakları tek çatı altında seçime girmeye hazırlanırken, DEVA-Gelecek-Saadet cephesinde neredeyse hayatın getireceği sonucu tevekkülle kabullenme gibi bir hal var.
Eğer bu üç parti birlikte hareket etmezse ‘şekil’ ne olur? Zafer ve ortakları Meclis’e girer. En büyük ‘parti’ olarak Cumhur bakiye oylardan daha fazla yararlanır. Millet ittifakı 38 de kalırken Cumhur 43’e tırmanır. İYİ Parti HDP ile iş birliğinin önünü keserken, Zafer ve ortakları da kendi 7 puanlık milletvekili kadrolarını Cumhur ile pazarlık için kullanırlar. Böylece Cumhur ve ortakları Meclis’te mutlak çoğunluğu elde edebilir.
Bu durumda cumhurbaşkanlığını muhalefetin adayı kazanmış olsa bile ülke yönetilemez… Çare erken seçimdir. İronik bir detay ama o noktada DEVA, Gelecek ve Saadet de erken seçimi isteyeceklerdir. Çünkü ayakta kalmak için kısa sürede yeniden seçim atmosferine muhtaç olacaklardır.
Tabii bir de bu ihtimalin ötesi var: Ya yukardaki senaryoya ilaveten Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimini kazanırsa? Esas olarak AK Parti’den kopanların oluşturduğu DEVA ve Gelecek bizzat kendi elleriyle Erdoğan’a meclis çoğunluğunu hediye etmiş olurlar. (Sonrasında muhtemelen laik kesimden keskin zekâlı birileri iki partinin sırf bu amaçla AK Parti’den ayrılmış oldukları teorisini devreye sokacak ve bu komplo uzun yıllar tartışılacaktır.)
Peki ya DEVA-Gelecek-Saadet de tek çatı altında seçime girerse? Sonucu tahmin etmek kolay değil, kıran kırana bir mücadele yaşanacaktır. Ama her iki küçük parti grubunun da barajı geçtiğini varsayarsak, Meclis aritmetiğinde Cumhur artı Zafer ile diğer yanda Altılı Masa 45’er civarı oy almış olacaklar. Yani HDP çoğunluk için muhtaç olunan partiye dönüşecek… Devletimiz sizce buna razı gelir mi? Yine erken seçim en iyi alternatif olarak gözükecektir.
Farklı netice verecek tek senaryo DEVA-Gelecek-Saadet’in birlikte seçime girmesi ve muhalefetten değil, az da olsa iktidardan oy koparması, öte yandan da Zafer ve ortaklarının tek çatı altında seçime girmemeleri. Ama bunun gerçekleşmemesi için her şeyin yapılacağından emin olabiliriz. Hem Zafer ve ortakları tek parti olarak seçime girecek, hem de Altılı Masa’nın küçük partilerinin birleşmemesi için uğraşılacaktır.
Bunun için hangi aktörler veya partiler en fazla uğraşacak sorusunun cevabını okuyucunun basiretine bırakıyorum…
Bu noktada okuyucunun aklına ‘bu ne biçim analiz, içinde ne AK Parti ne CHP var’ gibi zekice bir soru gelebilir. Maalesef bu iki partinin hareket alanları sanıldığından daha dar. Kendilerine toplum nezdinde farklı bir anlam ve işlev yükleme becerileri zayıf. Zaten siyasetteki boşluğun temel nedeni de bu… O yüzden bu analizin çeperinde yer alan, ‘atsan atılmaz satsan satılmaz’ bir seyirci ve yararlanıcı konumundalar.
Buraya kadar sabır gösteren okuyucuya teşekkür ederek bitiriyorum… Umutlu olmak güzel bir şey ama muhalefet aktörlerinde ve muhalefet tabanında belirgin bir ‘aydınlanma’ yaşanmaz ise, adım adım Haziran sonrası bir erken seçime doğru ilerliyoruz. Bir sonraki seçimin epey farklı aktörlerle yapılma ihtimaline şimdiden kendinizi alıştırın. Türkiye rejimin köklerinden gelen ‘sahici ve kalıcı’ vasatlığı bir ideolojik ve siyasi tercih olarak önünde bulacak ve muhtemelen kendini içinde garip hissetmeyeceği bu yeni döneme, pek de fark etmeden, hızla uyum sağlayacak.
Sahici ve kalıcı vasatlığın konsolidasyonunu yaşayan gelecekteki tarihçiler ise, belki de tarihsel sürekliliğe bir kez daha vurgu yapmanın cazibesini reddedemeyerek, tek parti dönemine ‘yontma vasatlık’, ‘demokrasinin’ geldiği döneme ‘cilalı vasatlık’ demeyi uygun bulacaklar…
Yazarlar
-
İbrahim KirasOrtada aslında bir ‘plan’ yok 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTrump kuzulara şah olunca… 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsıl sorunumuz TL değil dolar enflasyonu 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanTrump’ın Gazze Planının Ak Parti çevresinde yarattığı derin çatlak 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024
12.04.2024
11.04.2024
28.11.2023