Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Birkaç değinme
30.08.2012
3840

 Süregelen İslamcılık tartışmasını, sırf adım zikredildiği için birkaç not daha koyarak kendi adıma bitirmek uygun olacak.

 

Bundan sonrası 'İslamcıların Müslümanlarla imtihanı' olarak bir süre daha yaşanacak, ama değişen Müslüman'ı anlamayan hiçbir ideolojinin İslam'a sırt dayayarak etkili olması mümkün olmayacak...

Ali Bulaç'la başlayalım. Bulaç daha önce yaptığı gibi, benimle ilgili olmayan bir yazının içine "Mahçupyan ve diğerleri" gibi bir tabir koyarak kendince 'öteki' yaratma peşinde. 'Modern yanılgı' başlıklı 11 Ağustos tarihli yazısında şöyle diyor: "İslamcıları 'cemaatçi yapı, ataerkil kültür, hiyerarşik düzen ve değişime zorunlu olarak maruz kalmış kitleler' olarak tasvir eden Mahçupyan ve diğerleri, bu son derece şaibeli ve şüpheli argümanları postmodernizmden devşirirken, nasıl oluyor da kendi sol-sosyalist veya milliyetçi geçmişlerini unutabiliyorlar?" Acaba 'İslamcılar' kelimesi niye benden yapılmış olan alıntının dışında? Çünkü ben İslamcılar değil, İslami cemaatten söz ediyorum. Öte yandan söylediklerimin acaba hangisi yanlış? İslami cemaat cemaatçi yapıda, ataerkil kültürle yoğrulmuş, hiyerarşik ve zorunlu değişime maruz kalmış bir kitle değil mi? Bulaç herhalde bu tespitlere karşı argüman öne süremediği için bir de üstüne epeyce gülünç bir 'postmodernizm' referansı çıkarmış ve ne alakası varsa cümleye sosyalizmle milliyetçiliği katmış. Ben ancak kendisine kaçak güreşmemesini ve İslamcılığın asıl derdinin Müslüman'ı kaybetmekten ve rehberliği siyasetçiye kaptırmaktan kaynaklandığı gerçeği üzerinde durmasını önerebilirim...

Bazı genç arkadaşlar da sağ olsunlar yazılarında bana referans verdiler... Emre Demir'ın bu gazetedeki, Hilal Kaplan'ın Yeni Şafak'taki yazılarında ortak nokta benim İslamcılık ile sekülerleşmeyi zıt konumlar olarak tanımladığım, oysa gerçeğin öyle olmadığıydı. Belki de genç nesil artık hızlı okuma tekniklerini kullanıyor ve anladığı duygusuna hızlı varıyor. Çünkü bu tez Bulaç gibi İslamcıların tezi... Bense tam aksini savunuyorum ve sekülerleşmenin bir karşı uç olarak tanımlanmasının bizatihi İslamcı ideolojinin sonucu olduğunu düşünüyorum.

Bu arada Emre Demir'e iki küçük notum daha var: Hizmet hareketinin kamusal alandaki dünyevi başarıya kutsiyet atfettiğini yazmış... Herhalde bunun ne denli tehlikeli, nasıl yorumları tetikleyebilecek bir önerme olduğunun farkında değil. İkincisi, "İslami hareketler bir yandan sekülerleşirken, diğer yandan seküler kamusal alana İslam'ı taşıyor" demiş. Acaba hangi İslam'ı? Mesele şu ki, İslami hareketler İslam'ı sembolik olarak ama Müslüman'ı gerçek bir aktör olarak kamusal alana taşıyor... Dolayısıyla İslami sembolik dünyada hiçbir şey insanı ve zamanı aşan bir özelliğe sahip değil ve bugünün Müslüman'ının İslam algısına ve 'kullanımına' bağımlı.

Nihayet Yasin Aktay'ın 11 Ağustos'ta Yeni Şafak'ta çıkan 'İslamcılık, çoğulculuk ve sekülerleşme' yazısına sırf kendi bakışıma daha fazla berraklık kazandırabileceğini düşünerek değineceğim.

Aktay "Çoğullaşmanın veya siyasallaşmanın zorunlu olarak sekülerleşme getirdiği çıkarsaması bana göre aceleye getirilmiş bir çıkarsama." diyor. Bence de öyle... Zaten o nedenle 'çoğullaşma ve dünyevileşme' demiştim, çünkü bizatihi çoğullaşmanın bir zihni farklılaşmayı ima etmeyeceği açık. Oysa dünyevileşme, dünyevi olanın içinden üretilen bir dindarlık pratiği ve onun getirdiği bir 'de facto' din okuması. Bunun içinde yaşanan bir çoğulculuk sekülerleşmeyi tetikler, çünkü her dindarın kendi dindarlık algısından giderek genelde vaaz edilen dindarlıkla ve dolayısıyla dinle arasına mesafe koymasına yol açar.

İkinci olarak Aktay, "Tarih boyunca İslam içinde bir sürü ayrışma olmuş... bu ayrışmaların grupları daha fazla sekülerleştirmiş olduğu veya olacağı söylenemez." diyor. Teorik olarak doğru... Ancak bu ayrışmaların sekülerleştirmeyeceği de söylenemez ve mesele bu dinamiğin nasıl bir dünyayı muhatap aldığıyla yakından ilişkilidir.

Üçüncüsü, Aktay'ın dediği üzere çoğul bir tartışma dini daha fazla gündemde tutabilir ve dini söylemin otoritesini daha da fazla pekiştirebilir. Ne var ki bu, yaşanan çoğul tartışmanın çerçevesi ile belirlenecektir. Eğer o çoğulluğun bir kanadında sekülerleşen bir dindarlık varsa, dindarlık düzeyi yükselse bile bu dindarların 'İslamcı' olacakları son derece şüphelidir.

Dördüncüsü, Aktay siyasi fırkaların çoğulculuğunun sekülerleşmede bir gerileme, "İslam'ın iktidarında bir artış" ortaya çıkaracağını, "çoğulculaşmanın bizatihi İslamcılık aleyhine sekülerleşme lehine işleyen bir durum" yaratmayacağını söylüyor. Burada İslamcılıkla sekülerleşme acaba niçin karşı karşıyalar? Çünkü çoğulculuk İslamcı siyasi fırkalar bağlamında tanımlanıyor. Oysa çoğulculuk bir kişiselleşme halinde yaşandığında sonuçlar epeyce farklı olacaktır. Ya toplum İslamcı fırkaları anlamlı bulmaz ve kendi çoğul dindarlık yollarını üretirse?

Nihayet Aktay benim dindara siyaset yolunu kapadığıma hükmetmiş... Oysa ben dindarın siyaset yolunun sekülerleşme, çoğullaşma ve dünyevileşme dalgası içinde daha da açıldığını ve bunun 'iyi' bir şey olduğunu düşünüyorum. Öte yandan İslamcı siyasetin kendi yolunu tıkadığını ve giderek bunun da 'galiba iyi' bir durum olduğuna kanaat getiriyorum. [email protected]

 

[email protected]  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar