Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Kurucu unsur: Hukuksuz zorbalık
2.08.2012
3802

 Cumhuriyet rejiminin Sünni olmayan Müslümanları Sünnileştirmek, Sünnileri de Türkleştirmek üzere uyguladığı 'hukuki' zorbalık, devlete tabi vatandaşlar üretmeyi hedefliyordu.

 

Söz konusu vatandaşlığın, Mustafa Kemal'in adı etrafında oluşturulan bir idealizasyon sayesinde "O'nun izinde gitmek" anlamında kutsallaştırılması ise, bu zorbalığı meşru hale getirdi. Böylece devlet Alevileri Sünnileştirmek, Sünnileri ise Türkleştirmek üzere bir baskı sistemi kurarken, buna uymayanları 'cemaaten' kamusal alanın dışına çıkartma yetkisi elde etti. Bu sayede kamusal alan devletin ideolojik tahakkümü altında şekillendi ve devlete ait bir tasarruf alanı olarak işlevselleşti. Sonuç, Alevilerin ve Sünnilerin farklı nedenlerle devlet iktidarının ürettiği imtiyaz imkanlarının dışında kalması, bu kesimin sadece bazı bireylerinin kimliklerini terk ederek 'makbul vatandaş' olabilmeleriydi.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti sadece farklı Müslüman cemaatlerle değil, gayrımüslimlerle de karşı karşıyaydı... Ne var ki gayrımüslimlerin Müslümanlaşması söz konusu olmadığına göre, Türkleşmeleri de mümkün değildi. Bu azınlık mensupları daha baştan reel ve potansiyel 'cumhurun' dışındaydılar ve dolayısıyla da 'gayrı vatandaş' olarak kimlikleştirildiler. Diğer bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşları ve diğer ülkelerden gelen yabancılar yanında üçüncü bir kategoriye de sahipti: Yerli yabancılar. Nitekim Yargıtay çeşitli kararlarında Türkiye'nin yerli gayrımüslimlerinin normal vatandaşlar olmadığına, onların bir tür yabancı olduğuna hükmetti. Yabancı olduklarına göre de, örneğin mülk alımlarının engellenebilmesi, ama daha da önemli olarak eski mülklerine el konulabilmesini 'meşru' saydı. Tahmin edileceği üzere 12 Eylül hukuku bile buna cevaz veren bir mantığa sahip değildi, ama Yargıtay açıkça ve müdanaasızca bu hukuksuz zorbalığın yolunu açtı. Tabii Yüksek Yargı'nın bu tasarrufta yalnız olduğunu düşünmek doğru olmaz. CHP'den eski cumhurbaşkanlarına tüm idari ve ideolojik devlet hiyerarşisi, gayrımüslim mallarının birer ganimet olarak görülüp talan edilmelerini doğal buldu.

Devletin hırsızlığı yasallaştırıp makbul vatandaşlarını da bu yönde teşvik etmesini hukuk bağlamında analiz etmek veya anlamak sonuçsuz bir çaba olur. Çünkü 'söz konusu ganimetse gerisi teferruattır'. Düşünün ki bu gayrımüslim 'siyaseti' 1919'dan itibaren hiç hız kesmemiş, Cumhuriyet rejimi İttihatçı uygulamayı aynen sürdürmüş ve bütün bunları kendi kurucu anlaşması olan Lozan'ı daha ilk günden ihlal ederek gerçekleştirmiştir. Diğer bir deyişle gayrımüslim mülkü söz konusu olduğunda Lozan da teferruat kalmıştır. Öte yandan Lozan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin meşruiyet temelini ifade ettiğini düşünürsek, bu hukuksuz zorbalığın sonucu ancak şöyle yorumlanabilir: Türkiye Cumhuriyeti dünya dengeleri nedeniyle ve benzer ülkelerin benzer suçları sayesinde de facto olarak ayakta duran, uluslararası hukuk açısından ise gayrı meşru olmayı kabullenmiş bir cumhuriyettir...

Öte yandan zaten dünya ahvalinin bu olduğunu, ortalıkta hukuka riayet eden hiçbir devletin bulunmadığını, hepsinin son kertede gayrı meşru sayılabileceğini öne sürebiliriz. Ama hiç olmazsa devletlerin 'artık' bu gerçeği bilerek davranmalarını, 'nihayet' daha ahlaki ve hukuki bir norma yönlenmelerini de bekleyebiliriz. Türkiye bu açıdan hala 'kararsız' bir ülke konumunda. AKP iktidarının önayak olduğu, yetersiz olsa da olumlu bazı adımların yanında talan alışkanlığı, açlığı ve hayasızlığı devam ediyor. Süryanilerin kadim toprakları olan Mardin-Midyat bölgesinde, devlet desteğiyle sürdürülen ve hukuki kılıfa zorla sokulmaya çalışılan bir çapulculuk kampanyası yıllardır sürüyor. AKP milletvekili Süleyman Çelebi'nin aşireti oradaki Süryani köylülere halen yüzlerce dava açmış durumda ve devletin zaptedilmez iştahının yerele yansımasını simgeliyor. Ama herhalde gözün doyması mümkün olmadığı için, Hazine de Mor Gabriyel Manastırı'na karşı toprak davası yürütüyor...

Bu ilginç bir dava... Hazine Kadastro'nun manastıra verdiği 244 dönüm arazinin kendisine devrini istiyor ama Midyat yerel mahkemesi bu isteği reddediyor. Temyiz için başvurulan Yargıtay ise şaşırtıcı olmayan biçimde Hazine'yi haklı görüyor. Yargıtay'ın gerekçesi 20 yıldır zilyedi olan bir arazinin tapuya kaydedilmesi için en fazla 100 dönüm olması gerektiği, oysa bu arazinin 244 dönüm olduğu... Tabii bu durumda hiç olmazsa 100 dönümün manastıra bırakılması gerekirdi ama geçelim, çünkü durum daha vahim: Kanun bazı belgelerin sunulması halinde 100 dönümden daha fazla arazinin de tapulanabileceğini söylüyor ve bu cümle Yargıtay'ın gerekçe olarak aldığı cümlenin hemen ardından geliyor. Sunulabilecek belgelerden biri vergi kayıtları ve nitekim Mor Gabriyel 1937'den bu yana muntazaman vergisini ödemiş...

Kısacası Yargıtay açıkça, bilerek ve bundan gocunmayarak hukuku suistimal edebiliyor. Çünkü hukuk 'vatandaşlar' içindir... Burada ise 'gayrı vatandaşlar' var ve onlara karşı gayrı hukuki davranmanın hiçbir mahzuru olmadığı gibi, sistematik zorbalığın resmi ideoloji açısından büyük sevabı var.

 

[email protected]  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar