Etyen MAHÇUPYAN
Türkiye bir fetret döneminde… Cumhuriyet ile açılan ve ilelebet sürmesi beklenen bir geleceğin, tarihsel açıdan çok kısa vadeli olabileceğini hissediyoruz. İdrak ediyoruz demek zor… Çünkü idrak için kendimize mesafe almak, serinkanlı bakmak, nesnel olabilmek ve düşünmeye cesaret etmek gerek.
Laiklik, dindarlık, Türklük, Kürtlük, Sünnilik, Alevilik… Bu çözümlenmemiş ayrışmalara takılıp kalmış olmamızın bir ‘bütüncül ahmaklık’ ima ettiğini sindirmemiz zor. Türkiye hiçbir dönemde toplumsal ortak aklın hakim olmadığı, düzeysiz ideolojik tutumların dar çekişmeleri içinde debelenen bir ülke…
Bu durumun mucizevi bir sağduyu ile değişeceğini ummak istedik. İhtimal de yok değildi… Ancak daha olası olan şık gerçekleşti, çünkü devletin en yoksun olduğu özellik akıl ve sağduyu.
Devletin biz vatandaşlardan daha geniş ve uzağa bakarak doğru rehberlik yaptığına güvenme ihtiyacı içindeyiz. Ama gerçek hayatta bizim devletimiz düşünme yeteneğinden ziyade kurnazlığı kurumsallaştırmış, cehaletin ürettiği korkuları araçsallaştıran, kaba ve müdanaasız bir gardiyanı andırıyor.
Böyle bir kurumun mafyalaşmaya direnme ihtimali fazla olamaz… Mafyanın da bu devlet anlayışı sayesinde palazlanmaya çalışmaması bir o kadar beklenmedik bir durum olur. Nitekim hayat her zaman insanları kolay yollara sevk eder. Özellikle düşünme yeteneğiniz zayıfsa…
Bugün aynen Marmara Denizi’ni kaplayan salya gibi, devlet ve siyaset de aniden yüzeye sıçrayan bir pisliğe bulanıyor. ‘Bu da nereden çıktı’ diyecek halimiz yok. Salyanın tanımında ‘denizdeki kirliliğin artmasıyla oluşan koyu kıvamlı bir madde’ deniyor. Kirliliğin kıvam kazanıp görünür olması denebilir. Devlet-Mafya ilişkisi de öyle… Zaten var olan, Cumhuriyet’in öncesinden miras alınarak taşınan kirliliğin kıvam kazanıp görünür olması…
Öyle ki nasıl bir devlet kurmuş olduğumuzu gerçekten anlama derdinde olanların ciddi bir mafya analizi yapmaları şart.
Filmlerde gördüğümüz mafya ‘güçlü erkeğin gizemli dünyası’ üzerine kurulur. Az konuşan, bildiğini karısıyla bile paylaşmayan, ihanetlere rağmen gerekeni yapan, yalnız durmayı onuru bilen, omurgalı erkek… Gerçek hayat ise kendisini böyle görmek ve göstermek isteyen, ürettiği sahte benliğe aşık olan, kavruk erkeklerin kaypaklık ve kalleşlik alemine gönderme yapıyor.
Mafya bir erkek dünyası. Kenarından bulaşmış olan kadınlar da esas olarak bir mafya erkeğinin yakın akrabası oldukları için oradalar. Sahip olduğu kadınları ve dolayısıyla aileyi kutsallaştıran, ama aslında statü, para ve güç sayesinde daha fazla kadına sahip olmayı, insanlar tarafından sevilip sayılma duygusunu tatmayı amaçlayan, psikolojik açıdan dertli bir erkek çeşidi. Kaybedecek bir geleceği olmadığı için cesur olabilen, ama bu cesareti sergilerken elinde başka hiçbir meziyeti olmadığını fark eden bir erkeklik hali…
Bu erkekler ailenin kutsallığı, kadınlarının iffetinin kendi namusları olduğu konusunda samimiler. Çünkü etik kaygılardan uzaklaştıkları ölçüde, ataerkil bir erkek ahlakına mahkumlar. Bu nedenle hepsi ‘sözün tutulmasının’ önemini vurgular, ‘bizde yalan olmaz’ demeyi sever. Ataerkillik kişinin kendisini vasat insan yığınının çok üzerinde, biricik ve benzersiz görmesine yol açar. Dolayısıyla mafya erkekleri (aynen bazı siyasetçiler gibi) kendilerinden üçüncü şahıs olarak söz ederler. Nitekim Sedat Peker de bir videosunda “kendime ayıp ettim” demişti. Sanki bize konuşan kişinin dışında bir de o kişinin ‘ideal’ hali ayrıca yaşamakta imiş gibi…
Etik kaygılarınızı bastırdığınız ama kendinize ‘onurlu’ olmayı yakıştırdığınızda, sizi onurlu kılacak kodlara ihtiyaç duyarsınız. Başkaları sizi aşağılasa bile, size onurunuzu teslim eden bir cemaatsal ağa… Ne var ki o alemde sevgi ve saygı riyakardır… Gerçek sevgi, saygı ‘normal’ insanların dünyasındadır ve onu bütün benliğinizle arzularsınız.
Bu nedenle mafya erkekleri sıradan insanlar tarafından sevilme, saygı görme ‘açlığı’ içinde davranır, ama bunu bir ‘iyi insan’ değil, ‘esas oğlan’ modeli etrafında arar. Dolayısıyla kılık kıyafet, dış görünüm önemlidir. Eller bakımlıdır, ‘jilet’ gibi giyinilir, geniş yaka, açık düğme ve madalyon bir bütündür. Kişinin ‘hanım evladı’ değil, sapına kadar erkek olduğunu söyler. Bu görünüm kuralların dışında yaşayan, zapt edilemez, dizginlenemez, başına buyruk bir kişiliğin dışa vurumu olarak taşınır.
Erkek çocuk ve damatlar mafyanın kültürleşmesinin ve nesiller içinde kalıcı olmasının ‘biyolojik’ zeminini oluşturur. Babalar her şeyi bu genç erkekler için yapar, genç erkekler de bir an önce babaları gibi olmak, onun yerine geçmek ister. Ancak aynen ataerkil şirketlerde olduğu üzere, bir ‘arınma’ yaşanmadıkça her nesil aileyi yozlaştırır. (İnsan merak ediyor, acaba Sedat Peker iki küçük kıza değil de gençlik döneminde iki erkek çocuğa sahip olsaydı, yine de çıkıp böyle konuşur muydu?)
Bu özellikleriyle mafya az çok her yerde birbirine benzer. Öte yandan onları kuşatan toplumsal zihniyet mafyanın farklı ülkelerde farklı işlev ve önem kazanmasına yol açacaktır. Toplumun ve devletin de ataerkil/otoriter zihniyet etrafında kurgulandığı bizim gibi ülkelerde mafya ‘doğal olarak’ gücün merkezinde yer alır.
Türkiye’de siyaset bir erkek uğraşı ve ‘erkeksi’ bir kültüre sahip. Ne var ki devlet çok daha ‘erkeksi’…
Siyaset ne de olsa toplumdan, yani ‘dışarıdan’ devlete yanaşıyor, geçici bir sahiplenme duygusu ile davranıyor, eleştirel bakabiliyor ve hatta devleti dönüştürmeyi bile düşünebiliyor. Oysa mafya devlete olduğu gibi, katıksız şekilde sahip çıkma avantajına sahip. Devletçiliğin kendisine ‘meşru’ bir yaşam alanı sağladığının farkında. Hele milliyetçiliğin güçlü olduğu bir devlet anlayışının bu meşruiyeti sağlamlaştırdığı açık…
Bu açıdan devlet ile mafyanın çoğunlukla aynı ideolojik hayalleri paylaştığını görmekte yarar var. Mafya araçları mübah kılan bir fikriyata muhtaç ve milliyetçilik bunu sağlıyor. Böylece ataerkilliğe yaslanan kişisel özelliklerle, otoriterlikten beslenen ideolojik konum bütünleşiyor. Adil, cesur, sözünün eri, zayıfın yanında, büyük ideallerin adamı olan kişi şimdi bu niteliklerini devlet için sunuyor. Kendisini ‘devleti milleti’ için feda etmeye hazır, bir ‘fedai’ olarak tanımlıyor. Buradan elde edilen meşruiyet kendisini kıymetli, işlediği suçları ise önemsiz kılıyor. Devletin fedailerinin devlet tarafından korunup kollanmasından daha doğal ne olabilir? Mafya da kolluk kuvvetleriyle yan yana, giderek iç içe çalışıyor… İdeoloji paylaşımı ‘doğal olarak’ rant paylaşımını getiriyor.
Mafya devletleşirken, siyaset ve devlet de mafyalaşıyor. ‘Rejim’ dediğimiz yönetilme çerçevesinin özünde bu bütünleşme var. Bu süreçte sadece kurumlar değil, ilişkiler, teamüller ve normlar da mafyalaşıyor. Özellikle tehdit algısı varken… Ama bu yapı bizzat kurumsallaşınca tehdit algısı üretmenin yararlarını hızla öğreniyor ve bunu kendi egemenliğinin gerekçesi olarak kullanıyor. Böylece bitmeyen, bitirilmeyen bir mesele olarak ‘beka’ konusu ile uğraşıyoruz. PKK’dan FETÖ’ye her oluşumu ‘kullanışlı’ kılan bir atmosfer siyasetin sabitesi haline geliyor. Mafya bu amaçla bilgi biriktiriyor, kullanıyor ve satıyor. Kolluk kuvvetleri de aynı bilgiye eriştiği ölçüde ranttan payını alıyor.
Devletin bazen rutinin dışına çıktığı söylenir, ama bu modern batılı devletler için geçerli. Bizde devlet kolaylıkla ve sorunsuzca rutin dışına çıkabilir ve rutin dışı olmayı ‘egemen devlet’ olmanın uzantısı olarak görür. Ne var ki toplum da büyük ölçüde aynı görüşü paylaşır, çünkü görünmez tehditlerden ürker, onları görünür olarak sunan hikayelere inanır, kendi güçsüzlüğünü devletin gücü ile telafi etmek ister ve hatta devletin rutin dışına çıkmasından gizlenemeyen bir gurur duyar.
O nedenle şeffaflık istenmez, hatta tedirginlik yaratır; devletin nasıl düşünmemiz gerektiğini söylemesi yadırganmaz; bizleri rutin içinde tutan ama kendisi rutin dışında serbestçe dolanan bir devlete kendimizi teslim etmekte sakınca görmeyiz…
Çünkü yüz elli yılda gerçekte vatandaşlık alanında pek de ilerleme kaydetmiş sayılmayız. Buraların ‘başkalarının’ toprağı olduğu duygusu hala alt edilemedi. Türk kimliği hiç bitmeyen (devletin bitmesini istemediği) bir fetih, talan, ganimet psikolojisinden kurtulup rüştünü kanıtlayamadı. Bu nedenle hala ‘arazileri arsa’ yapma hevesi dinmiyor, kaynakların en kısa zamanda sömürülüp paylaşılması olağan bir durum gibi yaşanıyor.
Toplum bu ülkenin sahibi değil… Sahibi olarak gösterilen ‘millet’ ise ergen bir ruh haline rehin düşmüş. Dolayısıyla esas sahip bütün ‘iç çeşitliliğiyle’ devletin kendisi. O kadar ki devletle mafyanın ideolojik uyumu bu özneleri ayrı ayrı analiz etmeyi neredeyse zorlaştırıyor.
Bir siyasetçinin beyanından ‘öğrendiğimize’ göre İçişleri Bakanlığı’nda Bakan Soylu’nun erişemeyeceği, onu aşan bölümler varmış. Milli Eğitim Bakanlığı’nda da olduğunu biliyoruz. Muhtemelen ideolojik açıdan ‘stratejik’ görülen her bakanlıkta vardır. Bu özel bölümler arasında iletişim ve formel/enformel ilişkilerin olmaması düşünülemez. Bu özel bölümlerin birlikte ortak bakış ve karar geliştirme imkanları da herhalde bir şekilde mevcuttur…
Bunun anlamı Cumhuriyet rejiminin miras olarak devraldığı İttihatçılığı koruyup kollayarak bugünlere getirdiği, siyasetin ulaşamayacağı ayrı bir devlet geleneğinin vatandaşın gözü ve bilgisinden uzakta devletin esas kimliği ve ‘ruhu’ olarak işlevini sürdürdüğüdür. Sedat Peker boşuna Teşkilat-ı Mahsusa yüzüğü taşımıyor… Suçlular ve suç örgütlenmeleri kendilerini bu devletin kuruluşuna ‘harç’ taşımış fedakarlar, fedailer olarak görüyor. Mesele şu ki devletin kendisi de bunu yadırgamak bir yana, söz konusu bütünleşmeyi olumlu bir değer gibi taşıma eğiliminde.
Bir videoda Peker bazı tanımlamalar yapmıştı… Mealen, tarihte bugüne dek yaşanan her şeyin damıtılmış birikiminin ‘devletin ruhu’, bu ruhu koruyup kollamanın ‘devletin namusu’, bunun için gerekenleri yapmanın ‘devletin aklı’ olduğunu söyledi. Devlet ise bir kimliğin tüm fıtratıyla cisimleşmiş, kurumsallaşmış haliydi…
Buradan devam edersek, devletin ruhu aynı ruhun parçası olan insanların elinde yükselecek, bu kişilerin devletin namusu adına yapacakları her şey meşru olacak ve devletin ne yapacağında da ‘doğal olarak’ bu kişiler söz sahibi olacaklardır… Mafya kendisini devlet ruhunun izdüşümü olarak görürken, devletin de kendisini mafyanın kucaklayıcısı olarak işlevselleştirmesi şaşırtıcı değil…
Ne var ki sonuç ahlaksızlığın gelenekselleşmesine razı gelen bir yönetim anlayışıdır. Sonuç dipte birikip yoğunlaşan kirliliğin yüzeye çıkıp salya halinde devleti kaplamasıdır.
Salyanın tanımında denizdeki canlıların yaşam alanını daralttığına ve canlı türlerini doğrudan etkilediğine dikkat çekiliyor… Bizdeki ideolojik ve kurumsal salyalanma da bu toplumu, Türk ve Müslüman kimliğini yozlaştırıyor.
Laf olarak yozlaşmadan şikayetçi olurken, bu devleti bu haliyle savunmak, toplum olarak kendimizi ‘zavallı’ hale düşürmek demek. Kendimizi kandırmaya yarayan geçici demokratikleşme adımlarının ambalajın üzerindeki yaldızlar olduğunu idrak etme zamanı geldi… Yaldızlar döküldüğünde ortaya çıkan Kemalizm’in sadece bir ambalaj olduğunu da… O ambalajın altındaki çekirdek İttihatçılığın bu devletin hamuru olduğunu da…
Bu topraklarda halen ‘vatandaş’ diye anılan kişiler olarak kendimize sormamız lazım… Bir Salya Cumhuriyeti’nden daha iyisini beceremeyecek halde miyiz? Toplum olarak çok şey başarmamış, özgürleşme ve kişiliğimizi geliştirme yönünde henüz büyük adımlar atmamış olabiliriz… Ama böylesine çürümüş bir anlayışa da hala ‘eyvallah’ demek mi durumundayız?
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024
12.04.2024
11.04.2024
28.11.2023