Ümit KIVANÇ
Biliyorsunuz, bir ülkede yaşayan ahalinin “toplum” olabilmesi için gerekli temel yaşam alanı, “kamusal alan” denen arazi bizde yok. Kamusal alan yoksa toplum da yoktur aslında. Hattâ yurttaş da. Kendimizi var kabul edip konuşalım. Toplum, bir yaşama birimi içine toplanmış insan kalabalığının hep birlikte kabul ettiği ve uyduğu bazı kurallar doğrultusunda vücut bulur. Topluca birarada yaşayabilmek için birbirleriyle ilişki kurmayan gruplar, topluluklar, ancak kalabalık meydana getirirler. Nitekim bazı ülkelerde bazı kesimlerin, kimi hallerde temassızlığa bile varabilen ilişkisizlik veya ilişkiyi imkânsız kılan eşitsizlik nedeniyle “toplumun dışına” itildikleri söylenir. Toplum lafı, bir kalabalığı değil, onu oluşturan herkesin birbiriyle kurduğu ilişkiyi anlatır. Aynı zamanda bu kitlenin ortak dertlerinin, ortak hedeflerinin vs. varolduğunu, ortak sorunlarını çözmek için topluca harekete geçirdikleri mekanizmalar kullandıklarını gösterir. İlişki dediğimiz bu.
Kamusal alan, toplumun oyun alanı, hareket alanı. Radikal bulunabilir, ama şöyle de tarif edebiliriz: Devletin değil toplumun borusunun öttüğü alan. Devlet burada ancak, toplumun üzerinde anlaşıp uygulamasını ona emanet ettiği hukuku temsilen boy gösterebilir. Gerekirse.
Burası aynı zamanda, toplumun -bireylerinin, gruplarının- birarada yaşama gereklerinin getirdiği sorumlulukları, devleti işe karıştırmaksızın, toplumun mensubu olma sıfatıyla üstlendiği alan. Çöpümüzü pencereden dışarı boca etmeyişimizin sebebi bu yüzden cezaya çarptırılmamız tehdidi değildir, eğer toplum halinde yaşıyorsak. Otomobil penceresinden sokağa meşrubat kutusunu sallayabiliyorsak, o sokaktakilerle kendimizi aynı toplumun ferdi saymıyoruzdur.
Kamusal alan aynı zamanda, toplumun devleti hizaya getirmeye çalıştığı yer. Talepler ifade edilecek, tartışmalar yapılacak, vs... Basın, habercilik, elbette bu alandaki yaşamın başrol oyuncularından.
Bizde kamusal alan devletin işgali altında. Yani yok. Zaman zaman doğan boşluktan yararlanan toplum unsurları kamusal alan oluşturmaya gayret ederler, ama bu gayretler hep devletin toparlanması ve alanı polis bariyerleriyle çevirip girilmez kılmasıyla sonuçlanır. Toplum yine de her fırsatta bu çabaya girer, çünkü kalabalık toplum oluşturduğu anda kendine yaşayacak kamusal alan arar. Bulamazsa da bulmuş gibi davranmaya eğilimlidir. Çünkü dertleri, takıntıları, fikirleri, duyguları, istekleri farklı bir sürü insan birarada yaşayacaksa, aralarında yapısal çıkar çelişkileri olan işçisi, patronu, amiri, memuru ortak bir yaşamı paylaşacaksa ister istemez toplum olmaya meylederler. Birileri çıkar, “şöyle yapsak herkes için daha iyi olacak” der, başkaları, “biz artık şunu şunu istemiyoruz” der, “o halde şöyle olsun” önerilerini birileri akıl edip ortaya atar. Bir bakarsınız, devlet arkasını döndüğü esnada kamusal alana benzer bir boşluk yaratılmış, insanlar orada topluma dönüşmeye başlamış.
Bizde devlet, topluma karşı yükümlülük ve sorumluluklarını yerine getirmek üzere değil, kendini var etmek ve korumak üzere örgütlenmiştir. Başlıca gayreti, topluma borusunu öttüreceği kamusal alan bırakmamak, kamusal alanı hem fiilen, tankla, topla, copla tutmak hem de gerçekte böyle bir alanın varolmadığı yanılsamasını şedit bir ideolojik faaliyetle yaratıp sürdürmektir. Bunun adına Türk Millî Eğitimi diyoruz. Okul sonrası siyasî tecrübe de temel bilgiyi pekiştirir: Evin kapısının dışında sadece devlete ait bölge vardır, biz oraya giremeyiz, o eğer isterse evimize girebilir.
Kamusal alan fikrinden, kavramından bile yoksun yaşayan toplumun siyasî grupları, dertlerini topluca halledebilmenin yolunu ancak devleti ele geçirmekte görür. Kamusal alanın yokluğu bütün zihinlerde ve topluca kültürel hayatta öylesine sağlam yer etmiştir ki, solcular bile “özelleştirme”nin karşısına sadece “devletleştirme”yi koyabilirler. Kamusal alan, kaçınılmaz olarak, farklılıkların biraradalığı, çok sesin çıkması, anlaşabilmek için tartışabilme, yani demokrasi ortamı demek. Birilerinin eline devlet gücü geçirip başkaları üzerinde tahakküm kurmasına dayalı projeleri olan hiçbir siyasî hareket kamusal alan fikrinden hoşlanmaz.
Mevcut devlet hiç hoşlanmaz.
Örgütlü, etkin, yaygın gönüllülük hareketleri, bin türlü eksiğinden gediğinden, kötü alışkanlığından bahsedebileceğimiz sözde toplumumuzun yüz akı sayılabilecek fenomen. Özellikle afet durumlarında şaşırtıcı bir etkinlik ve güçle ortaya çıkıyor ve toplumsal ilişkiler dünyamızda alışılmadık rol oynuyor. Bu fenomen şüphesiz bireylerin başkalarını umursamadığı veya karşılıklı çıkar çatıştırdığı özel yaşam sahalarına ait olmadığı gibi, devletin ceberrutlukla denetlediği, hapishane avlusunu andırır resmî sahalara da uygun düşmez. Çünkü bizzat ortaya çıkmakla, varolmakla, kamusal alana zorunlu arazi tahsisine yolaçar.
İlk gönüllü grubunun gelip afet alanında iş görmeye başlamasıyla devlet tedirginlik krizine kapılır. Gönüllüleri ilk anda kovamayan yetkililerin memnuniyetsizliklerini her hallerinden anlarsınız. Gönüllüler genellikle kısacık sürelerde pek çok iş becerirler. Yerel halkla yakınlık kurabilirlerse onların da moralini, şevkini yükseltebilirler. Hiçbir şekilde devlete ait olmayan, hadise atlatıldıktan sonra da sahiplenemeyeceği bir enerji yaratırlar. O enerjiye devletin hiçbir katkısının olmadığını, yaratılmasına katılan, parçası olan herkes pek iyi beller. “Çocuk bezlerini şu çadırkente mi verelim, buna mı?” ya da “Yeni gelen hortumları neredeki ekiplere götürelim?” diye tartışan bir gönüllüler-siviller grubu kadar, afetle mücadelenin ön saflarındaki profesyonellerle, resmî görevlilerle irtibat halinde koşuşan telsizli gönüllüler kadar devlet yetkililerini korkutan pek az canlı vardır. Hem kaba kuvvetle hem maharetle işgal edip, içerip, soğurup varlığının izini sildiğini sandığı kamusal alanın aslında ortadan kalkmadığını, kendisinin zayıflık anlarında derhal yeniden oluşabileceğini devletin gözüne sokmak için koşturur, didinir, konuşur, üzülür, sevinir gibidir bu canlılar.
Devlet felsefesini, mantığını, daha önemlisi, duygusunu ve ruhunu sindirmemiş, gözü yükselmekte olmayan, fedakârca afetle savaşan, yardım için uğraşan devlet görevlileri ilk bakışta ayırt edilir. Gönüllülerle beraber iş yapar, o ana kadar tatmadıkları bir duygunun keyfine varırlar. Çünkü gerçekte onlar da birer yurttaştır ve yurttaş dediğin, kamusal alanda dolaştığında zevk alır. Çünkü orası kendi alanıdır.
Devlet ruhunun cisimleşmiş hali olan yetkililerse, rahatsız huzursuz fırsat kollarlar. Kollamadan helaya bile gidemedikleri, yaşamlarını kendilerini beğendirerek yükselmek üzere düzenledikleri beyefendilerden “bu gönüllüleri artık kovalayın” buyruğu geldiği anda, o güne kadar kimseyi yanlarına yaklaştırmamak üzere asılmış suratları birden yumuşar, gülümserler bile. Artık yabancı sahada oynar pozisyondan kurtulacaklardır. Yine afetzedeler ile devlet karşı karşıya kalacak, devlet onlara nasıl biliyorsa öyle davranabilecektir.
Gönüllülere yol göründüğünde, gelgitler, çekişmelerden sonra, kaçınılmaz olarak o yola düşülür. Giderler. Bıraktıkları alan, kum fırtınasının örtüp görünmez kıldığı tepecik gibi, yok oluverir. Kamusal alan, devlet fırtınasıyla yeniden görünmez kılınmıştır. Geride kalanlar, elden ele erzak dağıtılan çadırların yerine, elde evrak, kapısında kuyruğa girilen resmî binaların önündedirler artık. Alışıldığı üzre. Giden gönüllülerin izleri gittikleri yerlere kadar takip edilebilir. Ama bu hatların öbür ucu afet bölgesine yaklaşıldıkça silikleşir, görünmez olur. Boşlukta hatıralara varır. Gönüllü ile afetzede arasındaki hat kesilmiş, devlet bekâsını yeniden garantiye almıştır.
Bu meseleyi bu kadar soyutlaştırmayıp, derinine inmeyip, pek basitçe de ele alabiliriz aslında. Şöyle sorarak: Afet durumunda yurttaşlarının genç, güçlü, becerikli, tecrübeli, işbilir kesimi organize olarak yardıma koşuyorsa bir devletin ne yapması mâkûldür? Afet yerinde örgütlü çalışmayı etkinleştirmek için onlarla etkin koordinasyon kuracak mekanizma oluşturması. Afetlerin hele özellikle yıkıcı ilk döneminde, yardıma koşan insan gücü hayatî etken. Sırf çocukları bir kenara toplayıp tehlikeden ve travmadan koruyabilmek bile, ne kadar “cephe gerisi” işi gibi görülse de çok önemli faaliyet. Yardım malzemesinin tasnifi, emniyete alınması, sağlıklı dağıtımı vs. bütün bu işleri sivil gönüllülerin ne kadar etkin şekilde yapabildiğini artık bir sürü tecrübeden biliyoruz. Dürüst devlet yetkilileri de inkâr edemez.
Peki devlet, bunca ihtiyaç bulunmasına rağmen, afetle mücadele ve yıkımın hafifletilmesi faaliyetinde çok etkin olabilen sivil toplumun gönüllü desteğini neden reddeder, dahası neden tehlike olarak görür? Nerededir, nedir bu hareketin tehlikesi?
Şimdilik bu kadarı yeter, can alıcı sorularımızı bellemek ve cevaplarını aramak için. Gerekirse, 1999 büyük depreminden sonraki yaklaşık altı ay boyunca “Sivil Koordinasyon” oluşumu bünyesinde yaşadığımız devlet tecrübesinden trajedi parçaları ve parodi aktarımlarımı tekrarlarım.
Gönüllü hareketi, sivil toplum, kamusal alan… üzerine, kamusal alanı devletin kendi egemenlik sahasından koparılacak arazi gibi algılaması üzerine düşünürsek, belki Osman’a bunca zulmün niye yapıldığına dair ipuçları da bulabiliriz.
Yazarlar
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları




















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024