Ümit KIVANÇ

Şuradan başlayayım: Dünyanın gözü önünde, TC dışişleri bakanı, bizde resmî düzeyde tanımama-meşru saymama ibaresi, avam seviyesindeyse küçümseme-aşağılama ifadesi olarak “Rejim” diye adlandırılan siyasî birimin “Suriye Arap Cumhuriyeti” olduğunu ilan etti. Fiilen savaş halinde olduğun bir birimin meşruiyetini kabul etmediğini belirtir tarzda, onu “Rejim” ya da başka isimle anmak hiç olmayacak iş değil. Propaganda ve moral savaşının parçası sayılır. Ama içeride Rejim de Rejim diye tutturur, bu lafı olabildiğince fazla tekrarlamak için fırsatlar, bahaneler yaratır, sonra gidip Moskova’da diplomatik hazırûn ve bütün dünyanın kameraları önünde onu kendine verdiği isimle tanır ve aslında tanımama edâsının acemice efelenme oyunundan ibaret olduğunu gösterirsen, bu sorundur. Her şeyden önce, temsil ettiğin devlet ve ülke için.
Üstelik sözkonusu siyasî organizasyonun, toprak bütünlüğü hakkına sahip hükümran devlet olduğunu tartışma konusu yapmayı tek saniyesinde dahi aklından geçirmediği, beş saat kırk dakikalık bir toplantıdan çıkmış siyasî kadro, evsahibi muhataplarıyla, “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini yinelediği” bir protokol imzalamış bulunuyor. Memlekete “kuvvetli taahhütleri yinelemiş” olarak dönüyor olmalarına rağmen propagandacılarını Rejim de Rejim diye bağırtarak destekçi kitlelerine moral üstünlük duygusu vermeye çalışacaklar. İçeride yaratılan hava, 5 Mart akşamına kadar, Şam’a bizzat kendi topraklarının neresinde ne kadar bulunacağını Ankara’nın dikte edebileceği gibi yanılsamalar üretiyordu.
Bunlar, hele uluslararası politika ve diplomaside, muhatapların derhal fark ettiği seviye, kalite ve kapasite göstergeleri. Önümüzdeki günlerde Rusya uçakları Suriye’de fırınları az bombalasa bari. Bol ekmeğe ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Moskova görüşmesi, bu ekmekler yerine İHA ve SİHA yaparak işi kıvırabileceğini sananları uyandırabilecek midir? Sanmıyoruz. Çünkü, en başta, böyle bir uyanışa ihtiyaç ve heves duyan var mı ki…
‘SİVİLLER VE ALTYAPIYI HEDEF ALAN’ KİM?
5 Mart Moskova anlaşmasının cibiliyeti hususunda fikir verecek bir ayrıntıyla devam edeyim. “İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’ndeki Durumun İstikrarlaştırılmasına İlişkin Muhtıraya Ek Protokol”e göre taraflar, “sivillerin ve sivil altyapının hedef alınmasının hiçbir şekilde mazur görülemeyeceğini kabul” ediyorlar. Burada “asla kabul edilemez” denen şey, bizzat bu protokole taraf Rusya’nın Suriye içsavaş sahasına el attığından beri uyguladığı süpürme taktiğinin belkemiği sayabileceğimiz eylem. Yalnız silahlı muhaliflerin, cihatçı örgütlerin vs. denetiminde bulunmakla kalmayan, ahalisi de Şam rejiminin kararlı muhalifi olan şehir ve kasabalar, taşın taş üstünde bırakılmadığı, oraları siviller için yaşanmaz hale getiren bombardımanlarla ele geçirildi. Canını kurtaran göçtü, kalıp, yıkıntıların arasından uzanan sokaklarda savaşanlar otomatik olarak terörist kabul edildi, imhasına girişildi.
Anlaşmanın iki devlet dışişleri bakanlarınca ilanından önce, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’den sonra konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da “siviller ve sivil altyapıya” yönelik askerî operasyonlardan yakındı: “Rejimin geçen mayıs ayından itibaren yoğunlaşan ve doğrudan sivilleri hedef alan saldırıları İdlib’de tesis ettiğimiz sükûneti bozmuştur.” Bu saldırıların hemen hepsine Rusya uçakları öncülük ve eşlik ediyordu. Erdoğan şöyle sözler etti: “Bu bölgede yaşayan dört milyon insanın tamamının terörist olarak ilan edilip havadan ve karadan ağır bombardımana maruz bırakılmasını kabul etmemiz mümkün değildir.” İdlib’deki nüfusun dört milyonu bulup bulmadığı ve bunun muhataplarca kolayca sağlaması yapılabilir bir problem olması bir yana, cumhurbaşkanının sözleri tam da Rusya’nın bombardıman planlaması yaklaşımını tasvir ediyordu. Ayrıca “kabul etmemiz mümkün değil” ise kiminle ne anlaşması için beş saat kırk dakika görüşülüyordu?
Bizzat Ankara tarafından teşkil edilen, eğitilen, donatılan “Suriye Millî Ordusu”, Türk topçusunun desteğinde Suriye ordusu saflarına taarruz ederken, Erdoğan’ın “hem rejimin saldırganlığının önüne geçmek hem de ateşkese riayet etmeyen diğer grupları dizginlemek üzere sahada çok daha aktif bir şekilde yer aldık[larını]” söylemesi, şüphesiz Rus muhataplarına değil, savaşın somut şartlarından bîhaber dünya kamuoyuna yönelikti. Ancak diplomasi-siyaset alanındaki mücadele açısından zayıf düşürücü bir çelişkiydi.
Benzer şekilde, bir hafta kadar önce otuz altı askeri Rusya uçaklarının da katıldığı saldırıda can vermiş, Daimi Temsilcisi BM’de çıkıp Rusya’nın bu saldırıdaki rolünü vurgulamak üzere olgu-bilgi sunmuş bir devletin başkanının şu sözleri de Moskova’daki evsahipleriyle misafirler arasında pazarlık gücü bakımından bir denklik sorunu yaşandığını gösterdi: “Bu süreçte bölgede bulunan Rus güçleriyle koordinasyonu sıkı tutmaya gözen gösterdik. Rejimin doğrudan askerlerimizi hedef alan saldırganlığı sebebiyle yaşanan üzüntü verici hadiselerin ardından İdlib’de yeni bir statünün oluşturulması kaçınılmaz hâle gelmiştir.”
Bu “yeni statü”, nitekim, oluşturuluyor. Ancak bizim devlet yöneticilerinin çizdiği, iktidar propaganda aygıtının canhıraş renklerle boyadığı tabloya benzemiyor.
‘ATEŞKES’ VE ‘TERÖRİSTLER’
İkinci ayrıntı, “terörizmin tüm tezahürleri” ile “BM Güvenlik Konseyi’nce terörist olarak tanımlanan tüm gruplar”ın “ortadan kaldırılması” (vurgu benim -ük) ibaresi. Bu ibare, ateşkes ve çatışmasızlık protokollerinden Heyet Tahrir el-Şam’cıları ve El-Kaide’ye biatlı Asyalı ve Kafkasyalı cihatçıları dışlamaya yarıyor. Demektir ki, Rusya -ve tabiî Suriye ordusu-, cihatçıların İdlib’de savaşı sürdüren sert çekirdeğini ateşkes istirahatinden yararlandırmayacak. Buna meydan vermeyeceği gibi, savaşın sonuca ulaşmış sayılacağı aşamaya da ürkütücü bir ışık tutulmuş oluyor buradan: “terörist gruplar”la görüşme, pazarlık vs. olmayacak; düpedüz “ortadan kaldırılacak”lar! Biliyoruz ki Rusya’nın niyeti başından beri bu.
İlginç bir şekilde, protokol metninin Türkçesinde “ateşkes”, İngilizcesinde “cease fire” kavramlarının geçmeyişi şüphesiz bu niyetle doğrudan bağlantılı. Metinlerde, “tüm askerî faaliyetlerin durdurulması” ya da “cease all military actions” ifadeleri geçiyor. Bu eksiklik, ilk anda herkesçe Moskova’dan çıkan esas sonuç kabul edilen ateşkesin kapsamının hiç de geniş tasarlanmadığına, Ankara’nın talep ettiği “kalıcı ateşkes” ile 5 Mart günü Moskova görüşmesinde formüle edilenin alâkasının bulunmadığına kanıt. Hattâ Rusya işlerini yakından bilen, Medya Günlüğü yazarı Aydın Sezer, Ankara-Moskova anlaşma belgelerinde “ateşkes”in hep Suriye ordusuyla silahlı muhalifler arasındaki çatışmalara ilişkin kullanıldığına, bu defa “özenle” kullanılmayışına özellikle dikkat çekti.
Bu noktada, Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov’un iki gün önceki sert tonlu açıklamasını hatırlamalıyız. Sözcü, “Türkiye’nin İdlib’deki gözlem noktalarının, terör örgütlerinin müstahkem bölgeleriyle neredeyse birleştiğini” ileri sürmüştü. Dolayısıyla, bu anlaşmayla gözlem noktalarının “terör örgütleri”ne yönelik operasyonların tehdidinden tamamen korunmuş kalacağını varsayamıyoruz. Yine de Rusya’nın, TSK ile Suriye ordusu arasında yeni çatışmaların meydana gelmemesi için “araya girme” tutumu takınacağını düşünebiliriz. Bunu herhalde TSK’nın tavrı da belirleyecek.
Vladimir Putin’in toplantı ertesindeki konuşmasında araya sıkıştırdığı “çok namlulu roketatar” ayrıntısını ben de tam burada araya sıkıştırmalıyım: “Radikallerin Hmeymim’deki Rus üssüne yönelik saldırıları da devam etti,” diye konuştu Rusya Devlet Başkanı. “1 Mart’ta çok namlulu roketatar sistemleri ile yeni bir saldırı girişiminde bulunuldu.” Galiba “bunların bu çok namlulu roketatarları nereden bulduklarını söyletmeyin şimdi” filan demeye getirdi.
Türkiye’nin, dokuzu kuşatma altındaki on üç gözlem noktasının geleceği belirsiz. (Habertürk televizyonunda Çetiner Çetin, tam otuz gündür buralara ikmal yapılamadığını ileri sürdü!) Şahsen, belirlendiği ama bize açıklanmadığı görüşündeyim. Bunlar muhtemelen “yeni İdlib” sınırlarına göre geri çekilecek: M-5’in batısına, M-4’ün kuzeyine. Suriye ordusu hatları gerisinde, kuşatma altında hiçbir işlevi kalmamış gözlem noktalarının kaderinin bir hafta içinde iki devletin savunma bakanlarının yürüteceği çalışmayla çizileceği açıklandı Moskova’da.
‘YENİ İDLİB’ SINIRLARI
Gelelim anlaşmanın hem pratikte, hemen şimdi doğacak sonuç bakımından hem de yakın geleceğe yön göstermesi bakımından büyük ağırlığa sahip maddesine. “Yeni İdlib”! Yazıma iliştirdiğim haritada bu bölgeyi gösterdim. Batı ve kuzey sınırları Türkiye’ye dayanan, doğusu M-5, güneyi M-4 ile çevrili bir bölge bu.
Ayrıntıya girmeden hemen belirteyim ki, haftalardır uğruna kanlı çarpışmalar yapılan Halep-Şam bağlantısı, artık sıradan okur-izleyici gözünde de meşhur M-5 karayolunun güvenliği Suriye ordusu açısından garantilenmiş gözüküyor. Gün boyu tartışmalarda geçti mi, bilmiyoruz, ama toplantı ertesi konuşmalar ve anlaşma metninde M-5 diye bir sorun neredeyse varolmamış gibi davranılıyor. Böylece “yeni İdlib”in doğu sınırı konusunda tereddüt kalmıyor.
Anlaşmaya göre, son hafta içerisinde iki defa el değiştiren Serakib kavşağının 2 km batısından, cihatçıların elindeki bölgenin neredeyse batı ucuna, Cisr el-Şuğur ötesinde, Lazkiye’deki Ayn el-Havr’a (sonunda da Lazkiye’ye) uzanan M-4 karayolu bundan böyle Rusya-Türkiye ortak devriyesinin denetiminde bulunacak. Bu elbette -özellikle ekonomik bakımdan önemli- yolun Şam tarafından güvenli şekilde kullanılabilmesi demek. Bu amaçla, “M-4 karayolunun kuzeyinde 6 km ve güneyinde 6 km derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilecek,” anlaşmaya göre. Bunun nasıl işleyeceği somutlanmamış, onu da Türkiye ve Rusya savunma bakanlıkları bir hafta içinde kararlaştıracak.
Moskova’da varılan anlaşmanın esas gürültü kopartacak kısmı burası. Çünkü bu fiilen, bugün İdlib diye anılan muhalif-cihatçı bölgesinin yüzde yirmi kadar küçülmesi demek. (Sırf şerit değil, güneyi de el değiştirecek; aşağıda anlatacağım.) M-4 ayrıca İdlib’deki silahlı örgütler için vazgeçilmez ikmal yolu.
Daha da vahimi var: Bu yolun üzerindeki Cisr el-Şuğur ve civarı, her şeylerini bırakıp, ailelerini de alıp cihat için Suriye’ye gelmiş, yerleşmiş Asyalı ve Kafkasyalı savaşçıların yoğun olarak yaşadığı yerler. Cisr el-Şuğur Alevî yerleşimiyken katliam ve mecburî göçe -daha doğrusu kitlesel kaçışa- sahne olmuş bir yer; bu yüzden Suriye ordusu burayı alma fırsatını ucundan yakaladığı anda vazgeçmeyecektir. İdlib’in kuzeybatı Hama ve Lazkiye ile komşu olduğu bölge dağlık ve öyle anlaşılıyor ki, savunma için çok elverişli. Suriye ordusu buraya defalarca taarruz etti, bazen büyük kayıplar da vererek çekilmek zorunda kaldı. Şimdi Cisr el-Şuğur, M-4’ün kuzeyine güneyine altışar kilometreden on iki kilometrelik Rusya-Türkiye güvenli şeridinin içinde kalıyor. On iki kilometrelik şerit, o bölgede kaç bin bilenmiş cihatçı savaşçı demek, kimbilir… Bu konu şu anda bütünüyle belirsiz.
Cisr el-Şuğur kadar olmasa da, yine M-4 üzerindeki Eriha da benzer bir sorun kaynağı olmaya aday. Bu güvenli şerit başlıbaşına mesele.
Gelelim “yeni İdlib” konusuna. Haritaya göz atarsanız, sözkonusu güvenli şeridin güneyinde kalan bölgenin cihatçılar için, bırakın savaşabilmeyi, barınılabilir olmaktan çıkacağını görebilirsiniz. M-4’ün güneyinde kalan her yerin çabucak Suriye ordusu denetimine girmesi dışında nasıl bir ihtimal olabilir, benim kestirmeme imkân yok. Buranın, şüphesiz Moskova’da anlaşmaya konacak madde de öngörülerek, günlerdir yoğun şekilde bombalandığını, bombardımanın gece, anlaşmanın ilanından sonra devam ettiğini belirteyim. Otuz altı askerin can verdiği saldırının TSK’ya bu bölgedeki Balyun’da (Bilyun diye yazıldığını da gördüm) yapıldığını ekleyerek.
Moskova görüşmeleri ve varılan anlaşma hakkında şüphesiz başka birçok yorum da yapılabilir. Benim önemli saydığım noktalar bunlar. Anlaşmanın ne kadar zamanla neye yarayacağı, tabiî, başka bir cevabı belirsiz soru. Şu hükümle bitireyim: Türkiye dış politikası, gerçekte içeriye yönelik bir propaganda faaliyetiyken, sahiden dış politika olmak zorunda kaldığında muhataplar tarafından kolaylıkla tesbit edilen vahim çelişkiler barındırıyor. Her seviyede. İdlib’de kasaba kuşatmış cihatçılara askerî destek sağlarken de, Rusya ile masaya otururken de, dünyanın büyük devletleriyle, hepsini birden faka bastırmayı umarak oyunlar oynarken de. İşte, fırınlar bombalanmasa…
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024