Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
‘Yaban’ dolayımında ‘avam/havas’
25.08.2012
5255

 Yakup Kadri’nin Yaban’ı “imparatorluk kaybetmek” durumunda kalmış bir toplumda, bu durumaavamın ve havasın tepkilerinin farklılığını iyi anlatan bir romandır. Ancak bu “iyi anlatma”, yazarın bu karmaşık “sosyo-politiko-psikolojik” karmaşayı enine boyuna analiz etmesinin sonucu değildir. Kendisi seçkinler katında yaşanan depremin bir kurbanı olarak, duygularını bir eleştiri süzgecinden geçirmeden ortaya koyduğu için, bunun getirdiği “otantisite”den ötürü “iyi bir anlatım”dır. “Havas”ın, kendi acılarını ya da özlemlerini paylaşmayan “avam”a duyduğu öfke de kitabın her satırında kendini belli eder.

Yaban, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı konjonktürünün ötesinde, onu aşacak biçimde, bu “havas/avam” ayrımını içtenlikle deşen bir roman olduğu için Türk edebiyatında tartışılmaz bir yer edindi. Sonuçta, 2000’lerde AKP’nin iktidar olmasıyla başlayan kıran kırana mücadele de Yaban yazılmış hikâyenin birçok ögesini taşıyor. Aslında tabii her toplumda seçkinler, intelicensiya ile geniş halk kitleleri arasında bu türden farklar olacaktır, vardır; her şeye rağmen, ortaklıklar da olacaktır. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu gibi, pre-kapitalist bir tarımsal imparatorluk artığı, eğitimsiz köylülerden oluşan bir toplumda ayrılıkların büyümesi, ortaklıkların azalması, yadırganacak bir durum değildir.

Yakup Kadri’nin Yaban’da yaptığı, gerçekleşeceği bir şekilde sezilen “ulus-devlet” öncesinde, “seçkinler”e bir uyarıda bulunmaktır: “Elinize sağlık, beyler, kolay gelsin. Yalnız, ortada henüz bir ‘ulus’ yok, dikkat edin.”

Bu koşullarda, koca bir Cumhuriyet tarihi boyunca, bir toplumun en önemli, en can alıcı sorunları hep “ulusallıkla” bir şekilde ilgili sorunlar oldu. “Cumhuriyet” dedim ama tabii buna İttihat-Terakki dönemini de eklemek gerekiyor. Yani, imparatorluk dağılıyor, bu seçkinlerin sevdiği deyimle “elden gidiyor”, ama onun yerini alması gereken “ulus” bir türlü gelmesi gereken yere gelemiyor.

Bu süreçte seçkinlerin de ne yaptığı pek belli değil. Onlar, Türkiye gibi bir yerde “seçkin” olmuşlar; ama yetişmeleri, kültürleri, ufukları, karşılaştıkları sorunlarla başa çıkabilmelerine imkân sağlamıyor. Bir gün ırkçı, ertesi gün asimilasyonist; bir gün dili yabancı ögelerden arıtırken ertesi gün “boş verin, nasıl olsa hepsi bizim” diyebilen; son analizde, galiba, her gün, bunların hepsini birarada olabilen bir seçkinler grubu. Halk bu işlerin dışında, olanlardan kendisine kadar gelenleri pek anlam veremeden izliyor. Onun böyle bir kutuptan ötekine atlaması, koşması için bir neden yok. Hayatını o soyut kavramlar arasında geçirmiyor nasıl olsa.

“Ulus-devlet” gibi bir formülasyon, mantıken zorunlu olarak “ulus”u öne alır. Ortada her türlü erdemle, üstünlükle donanmış bir “ulus” vardır; ama birtakım tarihî nedenlerle “örgütlenmesi” sakattır. Örneğin başında çağdışı bir “monarşi” vardır, aydınlanmasını engelleyen “klerikal” bir baskı vardır vb. Bunlar bizim kendimizi algılamamızın da belli başlı kavramlarıydı. Seçkinlerin görevi bu çağdışı kalıntıları süpürüp “ulus”a kendi yapısına uygun “örgütlenme”yi, yani, “devlet”i sunmak ve böylece “ulus”un sahip olduğu potansiyellerini bir bir gerçekleştirmesinin önünü açmaktır. Bu olduğu zaman kaybolan imparatorluğun acıları da giderilecek, insanlar “Böylesi daha iyi oldu” diyebileceklerdir.

İşe girişince bunun öyle kolay bir iş olmadığı daha iyi anlaşıldı.

Ama, şaka maka, 90 yıl bu! Bu sürede hiçbir şey olmadı, denemez. Nitekim şimdilerde yeniden “emperyal” bir dili Ortadoğu bağlamında dolaşıma sokmaya çalışıyoruz. Olay doğrusu pek parlak gitmiyor ama böyle bir çabamız var.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar