Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Giden ve kalan
24.08.2014
2142

 İngilizce’de bir deyim vardır, “Bana dostlarını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim,” mealinde bir söz. Yani, birlikte vakit geçirdiğin, düşüp kalktığın kişiler, senin de ne tür bir kişilik sahibi olduğunu gösterir.

Dün, Kemalizm’in çağını doldurduğunu, o halde hayatını “anti-Kemalizm” üzerinde kurmanın da fazla anlamlı olmadığını yazıyordum. Ama dünyanın bu bölgesinde insanların genel eğilimi, neden yana olduklarıyla değil de, neye karşı olduklarıyla kendilerini tanımlamalarıdır. Yani burada “Bana dostlarını söyle” değil, “Bana düşmanlarını söyle” diye kurmak gerekiyor, yukarıdaki deyimi. Onun için “anti” kendisi çok önemli burada. Hattâ “anti”, neye karşı “anti” olduğundan bile daha önemli. Onun için bugün “anti-X” iken yarın bu X’in yanına geçebilirsin. Ama o zaman dax yeni duruşunun gerektirdiği gibi, bazı başka şeylere, “Z”lere, “Y”lere “anti” olmakla yükümlüsün. Önemli olan, şimdi aynı şiddet ve dehşetle “anti-Z”, “anti-Y” olman.

Biz, Türkiye’de, yirmi birinci yüzyıla AKP ile girdik, desem, herhalde çok yanlış olmaz. 2002’de bu parti seçim kazandı, hükümet kurdu; şimdi 2014’ün sonuna yaklaşıyoruz, AKP (oy tabanını hattâ genişlettiği de söylenebilir) gene iktidarda. 2002’de “hükümet kurdu” demekle yetiniyorum; 2014’te “iktidar oldu” da denebilir.

Arkasında büyük bir oy desteği var, AKP’nin, ama özellikle Tayyip Erdoğan’ın. Paradoks, aynı zamanda, yoğun bir düşmanlık nesnesi olması, olmaları. Bir cepheye göre “yıllardır en sevilen...” ama öbür cepheye göre “yıllardır en sevilmeyen...”

AKP’ye karşı düşmanca tutum, seçimi kazandığı gün başladı. Yani, uyguladığı siyaset(ler)in bir sonucu olarak oluşmadı; zaten vardı. Gün geçtikçe, bunun ne kadar güçlü bir duygu olduğunu gördük: kırk yıllık dostum, Erdoğan’dan benim gibi nefret etmiyorsa, dostluğumuz bozuluyor! Hâlâ da böyle.

Örneğin, 2002’de, Tayyip Erdoğan ve partisi değil de, “komünizm” iktidara gelse, tepki bu kadar şiddetli olur muydu diye düşünmüşümdür, sık sık. Türkiye bir “terslikler” ülkesi. Tuhaf bir tarihin ürünü. Onun için, olmayabilirdi de.

Bu düşmanlık bana yersiz ve aynı zamanda çok sakıncalı göründü. AKP’nin atlattığı badireleri hepimiz biliyoruz; zaten üç günlük hikâye.

Amma velâkin, bu badireleri atlatan Tayyip Erdoğan, düze çıktığını hisseder etmez, ağzını açtı. Açınca da, ona gösterilenden hiç de aşağı kalmayan bir “karşı-düşmanlık” saçıldı ortalığa. Hiçbir zaman fazla güleç olmayan o çehrenin arkasında ciddi bir öfke ve husumet potansiyeli bulunabileceğini düşündüren tek tük cümleler çıkmıştı. Ama arkası gelmemişti; “dil sürçmesi” gibi kalmıştı. Gezi protestosuyla birlikte Erdoğan “temkin kapaklarını” açtı. İlk çok ciddi işaret, çoğunluğu güçlükle evde tuttuğuna dair tehdidiydi. Bu tehdit, bugün de, aynı ürkütücü gerçeklik potansiyeliyle, orada duruyor.

Erdoğan kendi zihnindeki kapakları açarken, kendi cephesinin de aynı şeyi yapması için gerekli (beklenen) işareti vermiş oldu. Dolayısıyla şimdi oradan büyük bir taşkın halinde, köpüre köpüre, bir nefret dalgası geliyor. Bunun önemli bir kısmı şu andaki siyasî konjonktürle ilgili değil; birikmiş öfkelerin ve muhtemelen korkuların sonucu. Örneğin Başbakan’ın bir sinyali üstüne Amberin Zaman ve Ceyda Karan’a yönelen nefrette geleneksel, “modernleşme-öncesi” toplumun kadın özgürleşmesi karşısında geliştirdiği korkunun ve öfkenin ürünlerini görüyoruz. Bu kesimin nasıl bir hayat tarzı istediğini de görüyoruz.

Bir deyimle başladım, yerli bir deyimle bitireyim: “Sel gider, kum kalır.” Bizim yaşadığımız topraklarda kum, düşmanlıktır. Dostluklar akar gider, düşmanlık, hattâ kum değil kaya gibi, kalır. “Eski dost düşman olmaz” deseler de, kulak asmayın, aslında eski düşman dost olmaz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar