Murat BELGE
Geçen hafta, popülizmle mücadelede önemli bir erdemin (ya da “avantaj” diyelim) “popüler” olmayı bilmek olduğunu söylemiştim. Yunanistan’daki toplantımıza şöyle bir değinmiştim.
O toplantıda değindiğim, ama ayrıntısına girmediğim bir başka konu var; bugün biraz bunun üstünde durmak istiyorum. Popülizmin şu son dönemde beklenmedik bir biçimde her yerde çiçek açmasının “tek” nedeni olmasa da, birkaç belirleyici nedeninden birinin “temsilî demokrasi”nin krizi olduğunu düşünüyorum. Bugün bu konuda yazacaklarım “spekülasyon”dan ileri gitmez. Bir “araştırma” sonucu değil. Ama doğru yolda olduğuna inanıyorum.
Türkiye köklü bir demokratik geleneği olan bir toplum değil. Olmamasının başlıca nedeni, “modernleşme” sürecinin “yukarıdan aşağıya” karakteri, daha özgül biçimiyle söylenecek olursa, “militarist” karakteriydi. Bunun son dönemde değişmeye başlaması, çok kısa bir süre içinde, koyu bir sağ popülizm getirdi. Bu sağ popülizm kendine özgü bir İslâmcı ideoloji ile yanyana yürüyor.
“Arap Baharı” ile havalanır gibi olan Ortadoğu ülkeleri kısa zamanda çakılmasalardı muhtemelen daha birkaç “Ortadoğu popülizmi” ve “İslâmcı popülizm modeli” görecektik, ama olmadı. Tunus’ta ne olduğuna dair net bir fikrim yok.
Asya’da Müslüman olmayan Filipinler bir başka “modern popülizm” örneği. Bu da, Filipinler gibi bir geçmişi olan bir toplum için fazla şaşırtıcı bir durum değil.
Hindistan da sırada... Modi’den beri Hindistan da kendi özgül tarihinin yeni bir evresini yaşamaya başladı. Orada olup bitenleri de iyi izleyemedim, ama zaten Hindistan her zaman “kendine özgü”dür, çünkü nesnel yapısı da kimseye benzemez.
Avrupa’ya geçtiğimizde, öncelikle Macaristan ile Polonya dikkati çekiyor. Bu bağlamda bana ilginç ve anlamlı gelen nokta, bu ikisinin eski Sovyetik sistemden koparak bugünlere gelmiş iki toplum olması. “Sosyalizm” denen bir rejimde elli yıl kadar yaşamış olmak gibi bir özellikleri var. Şimdi, onlara “bu sosyalizmi” yaşatmış olan Rusya ile birlikte, “popülizm” zemininde, görünürde fazla acemilik çekmeden, yürüyüp gidiyorlar. Bu yapı, “demokrasi deneyimi azlığı” dışında, Asya’da saydığım toplumlardan epey farklı bir yapı, ama aynı rejim tipine gelebiliyor.
Bence asıl şaşırtıcı durum daha batıya geldiğimizde başlıyor. Avrupa kıtasında –henüz– iktidara gelmiş bir popülist hareketin dönüşüme uğratmaya başladığı bir toplum görmüyoruz. Ama o kategorinin ölçüleri içinde ele alınacak bir örnek var: Brexit. Ayrıca, henüz iktidar olmamışsa da oraya bayağı yaklaşmış hareketler, partiler var: Marine Le Pen, Wilders, daha birçokları. Hemen hemen her Avrupa ülkesinde var bunlar. Avusturya’da iktidar olacak oya da ulaşmışlardı; seçimdışı yöntemlerle iktidarları önlendi. Dalga her yerde kabarıyor. Atlas Okyanusu’nun bu yanında durum böyle ama öbür yanına bakınca Donald Trump’ı Başkan seçmiş Amerika’yı görüyoruz.
Bu, Donald Trump’ın kendisi dahil herkesi şaşırtan bir sonuç oldu. Teyakkuza geçmeyi gerektiren bir durum olduğunu da açıkça gösterdi.
Şimdi, bir yanda “demokrasinin beşiği” dediğimiz, birkaç yüzyıldır diktatör görmemiş, İkinci Dünya Savaşı’nda da “demokrasi cephesi”ni oluşturmuş toplumlar, bir yanda “çarpık Sovyet Sosyalizmi” deneyiminden gelen ülkeler, bir yanda da yakın zamana kadar “Üçüncü Dünya” olarak bilinen ve tarihleri boyunca sağlam demokratik kurumlara sahip olamamış toplumlar, bunlar hepsi “modern popülizm” denen bu kümede toplanıyor! Bu saydığım ülkelerin tarihleri ve bugünkü yapıları son derece farklı. Ama üç aşağı, beş yukarı, “popülist” tanımında yer alan bir siyasî rejimde bir araya gelebiliyorlar.
Bir küçük ayrıntıya daha değineyim (belki “küçük” değildir): sözünü ettiğim bu örnekler hepsi “sağ” bir “popülist” çizgide yer alıyor. Bu arada İspanya’da Podemos ve Yunanistan’da Syriza var; ikincisi şu anda (iki kere seçim kazanmış olarak) iktidarda. Bunlar “sağ” değil, “demokrasi düşmanı” da değil, ama “popülist” olmadıklarını söyleyemeyiz. Bu olguyu da bir kenara kaydetmekte yarar var.
Bu listeyi sunarken, birbirine benzemeyen toplumsal yapıların aynı yerde buluşmasının ilginç olduğunu vurguladım. İlginç olduğu pek tartışma götürmez (ama “hiç görülmedik” bir şey de değil. Oraya ileride geleceğim). Peki, neye dayanarak “aynı yer” diyorum? Burada tabii bir “yer” sözkonusu değil: benzer örüntüler, benzer özellikler ne? Yani, sonuç olarak, üzerine konuştuğumuz bu “popülizm” ne?
Listelenen örneklerin hepsinde ortak gördüğüm ilk özellik bu “parti” ya da “hareket” ya da “önder”lerin, bulundukları toplumun bilinen, tanınan siyasî seçkinlerinin arasından çıkmamış olmaları. Verdiğim son örnekten başlayayım; aynı zamanda “sol” olduğu için bu listede “atipik” görünen Syriza’dan: Yunanistan’da insanlar öteden beri siyasetin aileler arasında pay edilmiş olmasından yakınırlardı: Papandreu’lar solu kapatmış: sağ denince Karamanlis’ler ve Mitsotakis’ler v.b... Burada “sol”a verecek olan PASOK’a ya da Komünist Parti’ye götürür verir (bu ikincisinin bir “İç”, bir de “Dış”ı vardır, vardı). Sağın da yeri bellidir.
Syriza bunların dışından geldi ve bunları süpürdü. Solda bu olurken sağda Altın Şafak’ı da unutmayın. O da kendi türünün Yunan siyasetinde şimdiye kadar görülmüş en güçlü temsilcisi.
Gelelim Brexit’e... Geçmişte Labour Avrupa’yla birleşme fikrine daha “şüpheci” yaklaşırdı. Ama Tory’lerden de bunu Britanya için bir zül gibi görenler eksik değildi. Sonuçta, Muhafazakârlar başı çekti. Bu son durumda ise Muhafazakârlar parti politikası olarak “terketmekten” yana olmadılar. Tersine, Cameron “kalmalıyız” dedi; ama “Brexit” diye yırtınanları da oldu; öte yandan Labour yapması gereken kampanyayı yapmadı. Sonuçta Brexit’i kazanan Farage’ın yeni partisi oldu: gene “müesses nizam”ın dışından gelen biri ve bir parti.
Trump’ın seçimi kazanmasına kendisinin de şaşırdığını söylüyorum. Trump Cumhuriyetçiler’e gitti, adaylığını oradan koydu ve kabul ettirdi. Bu bir “ilk zafer”di. Çünkü, tamam, “sağcılık” falan ama, “sağ” deyince onun da gelenekleri var, ölçüleri var – bir üslûbu var. Trump bunların hiçbirine sahip olmadığı gibi böyle şeylerden haberdar da değildi. Birçok önemli Cumhuriyetçi ona cephe aldı. Yani Trump da Amerika’nın bilinen siyasî seçkinleri arasından çıkmış biri değildi – onun seçkinleri farklıydı. Cumhuriyetçilerin klasik oy verenleri açısından Trump gibi biri hiç de makbul bir kişi değildir.
Buna rağmen kazandı. Kendini, onun gibi, “müesses nizam”ın dışında kalmış hisseden Amerikalılar tarafından seçildi.
Buradan Türkiye’ye geldiğimizde ne söyleyeceğim belli oluyor bile; Tayyip Erdoğan da “siyasî elitler” kategorisi içinde yer almış biri değil. Yetmişlerden beri Türkiye’de bir İslâmcı siyaset, “Millî Görüş” hareketi v.b. vardı, ama AKP gerçekten “yeni” bir parti olarak kuruldu.
Sonuç olarak, bu “yeni” görünüm, ortak bir özellik olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, burada yerleşik düzene karşı, yani “siyasî seçkinler”in kurmuş olduğu “gelenekselleşmiş” yapılara karşı bir hareket olduğunu düşündürecek belirtiler var. Ama bu, tek-yanlı ya da tek-yönlü bir gidiş de değil. Şunu söylemek istiyorum: dalganın öne ya da üste çıkardığı önderler topluma “politikacı” yetiştiren “ocak”lardan gelmedikleri için “yeni”, “alışılmadık” kişiler olarak ortaya çıkıyorlar. Ama aynı zamanda onları bu önderlik konumuna taşıyan kitleler de yeni. Onlar da, görüldükleri yerlerin “geleneksel seçmen” tipolojisine girmiyorlar.
Ama tabii bu insanlar topluma yeni gelmiş değiller. Yeni gelmiş değiller ama bu dalgalar, bu siyasî hareketlenmeler sahneye çıkmadan önce onlar da varolan yerleşik partiler arasında dağılmışlardı.
Örneğin Avrupa ülkeleri... Burada siyasetin belli başlı çizgileri oluşmuştur (muhafazakâr, milliyetçi, liberal, sosyal-demokrat, komünist v.b.). Bu çizgiler yıllar önceden belirlenmiştir. Önderlerinin kişilikleri ana çizgiyi değiştirmez. Ulusal-toplumsal özellikler çizgilerinin karakterini uzun boylu etkilemez. Yeni popülist hareketler bunların hepsinin dışında ve ayrıca hepsinden seçmen çalabiliyor. Örneğin Fransa’da Le Pen’ler (babası da, kızı da) Komünist Parti’nin kaleleri olarak bilinen yerlerde oyları topladı. Popülist hareketler oldukça sağ olmakla birlikte faşist denebilecek partilerden türemiyorlar, ama onları da çekebiliyorlar. Örneğin buradaki AKP-MHP ilişkisi: AKP, MHP’nin köklerinden gelmiyor, ama onu entegre edebileceğini gösteriyor (“ben varken sana ihtiyaç kalmadı” demekte). Bunun benzerinin çeşitli Avrupa ülkelerinde tekrarlanması beklenir.
Önderlerden (ve tabii “ideoloji”den) başka seçmenlerin de yeni bir “davranış kalıbı”nın kuralları içinde hareket etmesi ve bu çerçevede yeni bir “seçmen kitlesi” olarak görünmesi bu sürecin sadece “ağzı laf yapan” gelip geçici (muhtemelen “demagog”) önderlerin başlattığı bir fenomen olmadığını, derine inen bazı kökleri olduğunu gösteriyor. Carlyle “tarihi yapan kahramanlar” üstüne coşkulu söylemini başlattığından beri, bu sorunu tartışırız: bireyler mi belirleyici, kitleler mi? “Tarihin öznesi” kim? Burada “kitle”den yana bir cevap buluyoruz gibi.
Bu durum bizi yanıltmamalı. Yani, bu “özne”nin “sınıfsal” bir tanımı olduğunu düşünmemeliyiz. Burada örnek olarak Amerika’ya ve Türkiye’ye bakalım: Trump’ın seçimi kazanmasına yetecek oy niceliğinin arkasında Amerikan ölçülerinde “yoksul” kitleler var elbette; ama bu oyları toplayan Trump öncelikle Amerika’da bile eşi görülmemiş bir “milyarderler ve generaller” kabinesi kuruyor. Trump’ı destekleyen milyarderler kabineye seçtiklerinden ibaret değil herhalde. Yani “büyük sermaye”nin en azından bir kısmının yalnız Cumhuriyetçi Parti’yi değil (bu onların doğal limanıdır), partinin geleneksel çizgisine de aykırı davranabilen Trump’ın kendisini desteklediğini söyleyebiliriz.
Türkiye’de AKP’nin arkasında, buranın “büyük sermayesi”nin bulunduğunu söyleyemeyiz. AKP’nin arkasında “burjuva desteği” denince, “egemen olmamak”tan şikâyetçi orta burjuvazi (ağırlıkla Anadolu burjuvazisi, MÜSİAD v.b.) vardı – hâlâ da var. Onların talepleriyle Trump’ı destekleyen “büyük burjuvazi”nin taleplerini birbirine benzetmek mümkün değil. Buradaki bu “ekonomi-politika” ilişkisi yeterince dallı budaklı bir konu; daha fazla ayrıntısına boğulmayalım.
Geldiğimiz bu noktada, Ernesto Laclau’nun daha önceki yazılarımdan birinde söylediğim sözüne geri dönmem gerekiyor: Popülizm, belirli bir sınıf temeline indirgenerek açıklanacak bir siyaset değil, bir siyasî üslûptur; aynı zamanda bir siyasî mantıktır. Farklı zamanlarda, farklı toplumsal ortamlarda, farklı sınıf ve tabakalar bu üslûbu ve bu mantığı benimseyebilirler. Bir özgül konumda popülist bir hareketin dile getirdiği talepler ve çözüm önerileri farklı çizgide farklı partiler tarafından da dile getirilebilirdi – nitekim çoğu durumda getiriliyordu.
Şu halde, modern popülizmin karakterini anlamak için öncelikle harekete toplumsal temel oluşturan kitlenin kimliğine değil, bu “üslûbun” kitleler gözünde böyle bir inandırıcılık kazanmasına yol açan genel koşullara bakmalıyız. Ama buna da girişmeden önce, “üslûp”tan neyin kastedildiğini açmakta yarar var.
Bu da geleneksel siyasetin alışılmış “taraftarlık”, hattâ “militanlık” ölçülerine pek benzemiyor. O açıdan bakıldığında abartılı görünen, aşırı görünen bir havası var ki bunu en iyi İbn Haldun’dan kalma “asabiye” kavramı anlatıyor bence (İbn Haldun’un kullandığı gibi ama kelimenin o zamandan beri yüklendiği yeni çağrışımlarla da): bir “öfke” ve “coşku” karışımı; bir “aciliyet” tonu; neredeyse “kıyametöncesi” bir ölüm-kalım hali. Türkiye bu bakımdan hemen dikkat çeken bir örnek.
Ekstra heyecanın temelinde bu hareketlerin kaynaklandığı uzun ve kısa vadeli “şikâyet”lerin belirleyici etkisi olduğunu sanıyorum. Çünkü bütün bu hareketlerde ortak olduğunu gözlemlediğimiz bir “alarm” havası sözkonusu. Hemen burnumuzun dibine gelmiş bir tehlike var: birçok ülkede bu “tehlike”, yabancıların ülkeye göçü olarak algılanıyor. Amerika’da ya da Hollanda’da, Britanya’nın “Brexit”e oy veren kesimleri arasında memleketimizde olmayı hak etmeyen yabancılar” tehdit oluşturuyor; Türkiye’de FETÖ’cüler işi darbe girişimine kadar vardırdılar, ama onların arkasında Türkiye’nin güçlenmesini çekemeyen “dış” güçler sözkonusu. Buna karşılık yabancı göçünün tehdidinden paniğe kapılmış ülkelere giren yabancı sayısıyla kıyaslanamayacak sayılarda Türkiye’ye doluşmuş Suriyeli göçmenler bir “tehlike” olarak görünmüyor. AKP gözünde asıl tehlikeyi Türkiye’nin hâlâ AKP’li olmamakta direnen yerlileri oluşturuyor.
Hindistan’da Modi’nin Müslümanlar’a bakışının tersine dönmüş simetriği gibi.
Yani hareketin öznesi “sabit” olmadığı gibi “nesne”si de değişebiliyor. Ancak, özne ya da nesne kim olursa olsun, “asabiye” durumu değişmiyor.
“Asabiye” ruhunu meşru ve haklı gösteren etken, “tehlike”nin acilliğiyle birlikte, varolan düzenin, statükonun, “müesses nizam”ın buna karşı gerekli tedbiri almaması (alamaması) keyfiyeti de sözkonusu. Telâşın yanına öfkeyi ekleyen bu. Ama bunun bir de “zaman” boyutu var: saydığım bu güçler zaten öteden beri bu edilginlik, beceriksizlik ya da kayıtsızlık ve hattâ “gaflet” içindeler. Zaten onların bu “anemik” tutumlarından ötürü tehlike doğmuş ve kısa zaman içinde büyümüş. Bu adamlar (“müesses nizam”) kapıları bacaları tutmuş, kaydadeğer köşelerde kurulmuşlar. “Bizim” karşımıza birtakım “talimatnameler” çıkaragelmişler, şu şöyle yapılır, bu böyle yapılır. Yıllardır bunları belletmiş ve başka türlü yapılmasına imkân ve izin vermemişler. Bu “yıllanmış gaflet” boyutu, yeni hareketin içerdiği öfke boyutunu adamakıllı artırıyor.
Bu akıl yürütmelerin ardında, aslında, “Biz niye içeri alınmıyoruz?” kırıklığının yattığını anlamak o kadar zor değil. “Geleneksel” siyasî seçkinlerin misafir odasına buyur etmediği, kendisinin oraya alınmasının bu seçkinler tarafından engellendiğine inanan (çok zaman bu inançları doğru da olabilen) kesimler bu yeni hareketlerin kitle tabanını meydana getirenler. “Dışlananlar” onlar.
Hindistan’da Congress Party; “kurucu parti.” “Toplumun babası”; Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi; aynı sıfatlarla donanabilir. Batı toplumlarında böyle bir “kurucu” parti yok, ama “kurucu değerler” var. “Müesses nizam”ı yaratan partiler koalisyonu, birtakım “ortak değerler” var. “Müesses nizam”ı yaratan partiler koalisyonu, birtakım “ortak değerler” tesbit etmiş, hapsi de belirli derecelerde uyuyor bunlara. İşte bunlar, bu durumda, Congress değerleri ya da Tayyip Erdoğan’a göre “monşerler” değil de, demokrasinin yayıldığı tarihlerden beri bu rejimlerin onsuz edilmez dayanakları olarak görülen “liberal demokratik değerler”. Değerler kendileri ve aynı zamanda onları savunan, onları toplumun normları haline getiren kadrolar. Gene bu popülist hareketlerin istisnasız hepsinde gözlemlediğimiz “anti-entelektüalist” tavrın dibinde yatan da bu: “Bizi kapıdan içeri sokmayanlar bu kendini beğenmiş entelektüellerdi.” Dolayısıyla bir Emin Çölaşan’la ortalama bir AKP kadrosunun buluşacağı ortak nokta da bu: entelektüel düşmanlığı.
Tehlike, bu aklı havada adamların bize yutturduğu, “hümanist” falan dedikleri bakış açısından, onların “liberal demokratik” dediği saçma “hak”lardan v.b. ötürü doğdu ve büyüdü. Öyle ki, bu saçma değerleri yıkmadan bu tehlike ile mücadele etmek de mümkün değil. Böylece, Kaliforniya’dan Hint alt-kıtasına, “liberal” sınıflamasına sokulacak değer ve uygulamalar yeni popülizmin baş düşmanı oluyor ve baş hedefini oluşturuyor. Hareketlerin hepsinin “amentü”sünde bu kuralı da görüyoruz.
Bu arada, Türkiye’de AKP’ye muhalefet eden bazı kesimlerin aynı zamanda “Liberal” sıfatını bir hakaret kelimesi olarak kullanmaları ilginç. Onlar kendilerine özgü gerekçelerle bu değerleri aşağılıyor ve küçümsüyorsa, AKP’nin de kendi gerekçeleriyle aynı şeyi yapmasını yadırgamamak gerek.
Popülistler’in dışlayıcı “siyasî seçkinler”e duyduğu öfkenin eskilere dayandığını söyledim. Şimdiki günlerde bu hareket içinde yer alanların bu eski dönemlerde şimdiki zihniyetleriyle olayları izlemekte olduğunu söylemek zor. O günlerden başlayıp bugünlere gelen tutarlı ve sistemli bir öfkeden çok bugün başlayıp retrospektif bir haklı çıkma isteğiyle geçmişi yeniden kurma dürtüsünün geçerli olduğunu düşünüyorum (bugün Türkiye’de Erdoğan sık sık “tek-parti”nin günahlarını vurguluyor; onu izleyenlerin kaçta kaçının o günahlardan haberi var?). Ancak, yukarıda kısaca değindiğim gibi, bu tür hareketlerin geçmişte hiç görülmediğini söylemek de yanlış olur.
Konuya gene Amerika’dan girelim. Bu toplumda Donald Trump’ın ataları olmaması mümkün mü? Amerikan popülizmi başından beri eksik olmamıştır ve erken öncülerinden biri Başkan da olan Andrew Jackson’dır. Daha yakın zamanda McCarthy bazı önemli katkılarda bulundu; ama Ernesto Laclau George Wallace’ı bir başlangıç noktası olarak görüyor. Daha yakın zamanlarda, gene “establishment” dışından gelen milyarder Ross Perot’un 1992’de %20’ye varması (önemli stratejik yanlışlarına rağmen) Trump’ın yaklaşan ayak sesleri olarak yorumlanabilir. Bu arada Newt Gingrich de sayılabilir. Yani, Amerika’da, Trump’ın seçilmesinden önce “alâmetler çoğalmıştı”. Ben “oğul Bush”un iki seçim kazanmasını da bu faşizan popülist gidişin çok uzağına koyamıyorum – ama tabii Bush Amerika’nın kendi yapılanması açısından Trump gibi vahim bir tehlike meydana getirmiyordu.
Fransa’da Marine le Pen için de “vahim” sıfatından daha uygunu yok gibi. Ama Marine le Pen bu toplumda “benzersiz” mi? 1880’lerin sonunda General Boulanger o erken tarihte şimdiki dönem Popülist önderlerinin bazı özelliklerini sergilemişti; ama onun verdiği örnek Poujade’ın yanında sönük kalır. Poujade 1950’lerin kahramanlarından biriydi. Köylülüğün hep –hele o yıllarda– belirli bir ağırlık taşıdığı Fransa’da köylülere dayalı bir Poujadisme hareketi başlatmayı başardı. O da “établissement”ın dışından gelmiş ve “établissement”ı topa tutmuş erken popülist politikacılardan biridir. Ellilerde Fransa’da “hükümet buhranları”nın sonu gelmediği için bir popülist politikacının ortaya çıkması normaldir. Popülizm, tarihi boyunca, “buhran”la yakın akrabalık ilişkisi içinde olmuştur. Nitekim bu Fransa krizi de bir süre sonra de Gaulle’ün yarı resmî darbesiyle bir çözüme ulaşabilmişti.
Birtakım ortak özellikler saymaktayım: “asabiye” kelimesiyle anlatmaya çalıştığım bir ruh hali; bir sıkışıklık, bir “alarm” durumu; korku; korkuya bitişik bir öfke; sorunu çözmekten göz göre göre kaçınan “iktidar seçkinleri”; onların “paralize” halleri ve bu “felç” durumuna yol açan yanlış ideolojileri; gereksiz ve zararlı bir “insan hakları”, “demokratik haklar”, “azınlık hakları”, “sivil haklar” edebiyatı. Bu tür ideolojik yaklaşımlarda birleşen bu hareketlerin ortak bir sınıf temeli yok. Hattâ bazı açıkça paradoksal durumlarla karşılaşıyoruz. Meksika sınırına duvar örme vaadiyle gelen Trump’a önemli bir oy desteği “Hispanic” adıyla tanınan ve büyük çoğunluğu Meksika’dan göçmüş insanlardan geliyor.
Ancak, düşününce anlaşılır bir durum. Gelmiş, yerleşmişler; bundan hoşnut olmayanlar olduğunu biliyorlar. Yenilerinin gelmesi sorunu büyütür. Demek ki gelmemeleri önce gelenler açısından daha iyi. Afrika kökenli zencilerin daha sonra göç etmeye başlayan Porto Riko zencilerine aldıkları tavır gibi.
Trump’a oy veren Hispanic’ler aynı zamanda kendilerini her türlü siyasî etkileme mekanizmasından uzaklaştırılmış bir kitle olarak görüyor. Trump’ın Amerikan halkını ülkenin efendisi yapacağı yolundaki vaatleri “ya tutarsa” hesabı, sevimli görünüyor.
Bu durum, popülist bir hareketin “düşman” olarak seçtiği nesne ile kendisine destek veren (dolayısıyla “özne”nin önemli bir bileşeni olan) kesimin aynı olabileceği gibi ilginç bir örnek yaratıyor.
Türkiye’deki bir süreç, bunun paraleli değil, buna karşıt bir “varyant” izlenimi bırakıyor. Tayyip Erdoğan henüz “liberal demokratik değerler”e, çeşitli “haklar” felsefelerine ya da pratiklerine savaş açmamış, hattâ onların derinleştirilmesinden ve yaygınlaştırılmasından yana bir tavır göstermek istediği günlerde, “Kürt sorununa barışçı çözüm” sloganıyla meydana atıldı. Bu değerlerden vazgeçmeye ve onları düşman ilân etmeye karar verdiği zaman da bütün gücüyle Kürtler’e saldırdı. Burada ayrıca bir “değişkenlik” kapasitesi var ki bu da “popülist ideolojiler”in “belkemiksiz” izlenimi veren bir özelliklerinin yansıması.
Çünkü popülist çizgiler klasik siyasî çizgiler gibi kökü birkaç yüzyıl öncesinin mücadelelerine inen, ayrıca sınıfların kolay kolay değişmeyecek çıkar anlaşmalarına dayanan köklenmiş ideolojiler tarafından yönlendirilmez. Popülist çizgi belirli bir konjonktür içinde “karizmatik önder” dediğimiz bireyle belirli bir toplumsal kesim arasında kurulan belirli ölçülerde “kendiliğinden” alışveriş sonucunda belirlenir, bu alışveriş içinde biçimlenir. Bu da aslında karşılıklı bir süreçtir (“tek-yanlı, tek-yönlü olmayan” dediğim cinsten). Kitle öndere yakalayabileceği popüler iplerin, ipliklerin uçlarını gösterir; önder onları, bir ölçüde sistematize ederek kitleye geri verir. Yani, Türkçe’deki deyimin anlattığı şekilde, kervan yolda düzülür.
Hollanda’da, Danimarka’da, Belçika’da v.b., böyle bir önder (faraza!) “Ülkemize geliyorlar! Ülkemizde aykırılık ve tehlike yaratıyorlar!” diye bağırabilir ve bağırmasına hemen karşılık bulur. “Bu tehlikeyi durduramıyorlar!” diye devam eder. Dinleyicilerden biri, “Başımızda ‘insan hakları’ diye bir dert var da ondan,” diye katılır olaya. Önder, “işte, sorunu açıkladı! İşte bu!” diye bu ip ucunu yakalar hemen. “Demek ki önce bu ‘insan hakları’ ile hesaplaşmalıyız,” der. Böylece, kitle ve önder, birlikte, süreç içinde, stratejilerini, düşmanlarını, çözüm yollarını biçimlendirirler. Vardıkları bu sonuçlar daha öncesinde herhangi bir şekilde formüllendirilmiş değildir. Bu iş yolda yapılır.
Türkiye bu bakımdan epey zengin örnek sunuyor. Erdoğan popülizmi, sürecin bir evresinde, muhtemelen Davutoğlu katkısıyla, “Osmanlı” leitmotifini buldu. Bu, daha önce yok muydu? Vardı. Bu zihniyette (AKP ideolojik çevreleri) olumlu bir yeri vardı. Ama sistematik bir varlık arz etmiyordu. Daha belirgin biçimde vurgulanınca, ideolojide varolan ama bir sistem oluşturmayan bir yığın ögeyi birleştirebilecek bir tema olduğu görüldü. Az biraz yüklenince futbol takımından Abdülhamid dizisine her şeyi tamam olan bir ideolojik yapı biçimlendi.
Önder böyle bir ideolojik alanı onaylar, kutsarsa, onu izleyenler, yeni yeni katkılarıyla zenginleştirmek üzere ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Sonuçta ortaya epey abuk sabuk bir yığın çıkıyor ama bunun alıcısının herhangi bir eleştirel süzgeci, hazırlığı olmadığı için, günün ihtiyacını karşılıyor.
Popülizm olması için bir “populus”, yani bir “halk” olması gerekiyor. Şüphesiz ortada bir halk var; ama bu popülizm için yeterli değil. Bu verili halk her yerde var, ama fazla “amorf” bir halk bu. Popülizmin “populus”u kendine göre şekillenmiş, donanmış, belirli, tanımlı bir yolun yolcusu olmaya karar vermiş bir “halk” olmalı. Bu da, gene daha önceki bir yazıda söylediğim gibi, varolan halkın yukarıda verilen tanıma uygun kılığa girmiş kısmının kendini halkın bütünü ilân etmesiyle oluyor.
Popülizmin zorunlu olarak saldırgan ve anti-demokratik olmasının temel nedeni de bu.
Gene Hollanda gibi bir örnek alalım. Bizim bu son atağımıza kadar Popülist cepheyi oluşturan Hollandalılar’ın hedefinde Türkler’den çok Faslılar vardı. Türkler, Faslılar, her neyse, “Hollanda bünyesi”nin “yerli” bir parçası değil. Öyleyse bu kolay bir ameliyat... Yabancı parçayı keseceksin, bitecek.
Ama, işte, öyle olmuyor. Çünkü Hollanda’da yabancılara böyle davranmayı doğru bulmayan bir yığın insan var. Popülist cephe iktidar olup Faslılar’a ya da Türkler’e vaad ettiği muameleyi çekmeye başladığında onlar ayaklanacak, “yapamazsın,” diyecek (sayıları, oranları nerededir, bilemem, konjonktüre bağlı, ama olacaklardır). Böylece gerçek Hollandalılar (popülistler) “içlerindeki Faslılar” sorununu çözünceye kadar, kavga devam edecektir. Nasıl çözecekler? Bilmem, o da konjonktüre bağlı. Kendileri gibi düşünmeye ikna edecekler, bu bir yol. Olmazsa – ki olmaz? Memleketi terketmeyi mi zorlayacaklar? Hollanda gibi bir ülkeye göre fazla şiddetli bir yol, ama bilinmez.
Türkiye gibi bir ülke için fazla şiddetli sayılmaz. Burada hayat böyle bir şiddet ölçütüne göre kurulmuş zaten. Bugün Tayyip Erdoğan’ın arkasına takılmış kitle kendini “halk”ın, Erdoğan’ın tercih ettiği kelimeyle “millet”in tamamı olarak görüyor ve kendi gibi olmayanı sevmiyor – azınlıktan hoşlanmıyor. “Kürt”, en baştan, şüpheli bir şey. Sünnî olmayan, “Müslüman’ım” dese de, makbul değil; hele bir de Alevi’yse. “Batılılaşmış” kişi hiç iyi değil. Kürt mü, Türk mü, Alevi mi, farketmez. “Yerli ve milli” değil. İdeolojik “azınlık” en beteri, en tehlikelisi. Durmadan, Sünnî-Türk Müslüman AKP tabanını iğfal ve ifsad etmeye çalışacak. Bütün bu adamlar Türkiye için “fazlalık”. Olmamaları, olmalarından çok daha hayırlı.
Bu, şu anda buradaki popülist hareketin mantığı. Ne var ki, burada böyle biçimlenen bu ideoloji dünyanın gösterdiği genel gelişmenin yapılarından kopuk değil.
Teknolojinin bugün vardığı aşamada dünya nüfusunun hatırı sayılır bir yüzdesi “fuzuli” hale geliyor. Kapitalizmin erken aşamalarındaki durumlara benzemiyor bu. Bu insanlar “yedek işçi ordusu” değiller; yani böyle düşük bir statüde bile, varolan düzenin içinde bir işleve sahip değiller. Tayyip Erdoğan gibi “bireysel vakalar” kalabalık ordu gibi mülahazalarla kalabalık nüfus isteyebilir. Ama ana akım öyle değil. Ana akıma göre “kuru kalabalık” kimseye gerekli değil. “Biz” ve “ötekiler” ayrımı böyle şekillenmeye başladı bile. Bu arada iktisat “bilimi” (ve öteki bilimler) dünyaya insandan bakmayı çoktan kestiler. “Rantabilite” varken “insan” falan demek çağdışı (anakronik) bir şey: “sulu” olduğu kadar “zararlı” da olan bir romantizm. Popülizm bu tür düşünceleri de kolayca kendi düşünce sistematiği içinde eklemleyebiliyor.
Yazı uzadı gitti. Başında, “temsili demokrasi”den söz etmiştim, ama bu kadar sayfa sonra oraya ancak geliyorum. Bu yeni uzun bir “bahis” açacağı için burada keseyim; sonraki yazıya bu kaldığımız noktadan başlayalım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2025
23.05.2025
21.05.2025
12.05.2025
5.05.2025
22.04.2025
31.03.2025
17.03.2025
10.03.2025
7.03.2025