Murat BELGE
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda toplumu “A’dan Z’ye değiştirmek” gibi bir misyon vardı, “proje” vardı. Ancak, az sayıda okumuş yazmış bir çevrenin bildiği anladığı –ve onayladığı– bir projeydi bu. Değişmesi öngörülenler ise projeden genellikle habersizdi. Bu durum, daha ilk adımda, sürecin “etkin” ve “edilgen” katılımcılarını ayırdı, belirledi, sınıflandırdı. İş, “devlet eliyle” yürütülecekti, belliydi. O halde, işi yürütecek kadroya her türlü “hareket serbestîsi” sağlamak gerekiyordu.
Yirmilerin kalan kısmı, otuzların neredeyse tamamı böyle geçti. Araya koca bir Dünya Savaşı girdi. Türkiye bu savaşa katılmasa da yıpratıcı, durdurucu etkilerinden kaçınamadı. Bu sırada İnönü, Refik Saydam’ı Başbakan yaptı (1939). Durumu gözden geçiren Saydam, topluma ilk hitabında, “İşler A’dan Z’ye bozuk” dedi. Bu iki “A’dan Z’ye” arasında çok uzun bir zaman geçtiği söylenemez. Ama ikisinin dile getirdiği psikolojiler arasında uçurumlar vardır. İçinde toplumun olmadığı, olamadığı “değişim projesi” kısa zamanda enerjisini kaybetmişti. 1950’de gerçekleşen “iktidar devri” Saydam’ın bu durumu ilân ettiği anda yapılabilse, belki daha iyi olurdu. Ama o tarihte devredecek kimse de yoktu –devretmeye niyetli kimse de olmadığı gibi.
Toplumu “A’dan Z’ye değiştirmek”ten yavaş yavaş umudu kesen bürokrasi, bu durumda, kendini korumaya almaya başladı. Yani, mecazî bir biçimde söylersek, “saldırı savaşı”ndan “savunma savaşı”na geçti. Bürokrasinin toplumla ilişkisinin “antagonisktik” karakteri hiç değişmemişti ama ilişkinin mahiyeti, “modalite”si değişmişti.
Bu yeni durum özellikle Demokrat Parti deneyiminden sonra belirginleşen durumdur. Başta 27 Mayıs Anayasası, bu yılların yasal değişimleri, hukukî dönüşümler tarihi, çeşitli yasaların yanısıra, her türlü “mevzuat” ve “teamül”le, bürokrasinin kendine güvenlik aramasını gözlemleriz.
Zaten ta başından beri vardı bu; toplumun yapısı bu ilişkinin böyle kurulmasını gerektiriyordu. İttihatçıların tasarımları da, onları, eylemlerine ileride gerekecek savunma tedbirlerini düşünmeye zorluyordu. Geçen gün de yazdım, “Muhakemat-ı Memurin” adında ve böyle bir içeriği olan bir yasanın 1913’te çıkarılmasının bir anlamı vardır. Ama daha ileriki yıllarda doğrudan doğruya topluma karşı düşünülmüş koruganlara ihtiyaç duyuldu.
Böylece, duvarlar, koruganlar, siperler, her türlü koruyucu kabuk akıl edildi, icat edildi ve gerçekleştirildi. Bunun adına da “hukuk” dendi.
En basit, en sıradan bir örnek: Mahkemede yargıç ile savcının yan yana oturduğunu düşünün. Bu, Türkiye’de, ne kadar alışılmış bir manzaradır. Televizyona şükür, dünya kadar Amerikan, Anglo-Sakson kökenli film ya da dizi görüyoruz ve bunların arasında mahkeme mekânlarında vakit geçireni, avukat bürolu falan filmlerin sayısı hiç de az değil. O Amerikan film veya dizilerinde savcıyı yargıcın yanına kurulmuş otururken düşünebiliyor musunuz? Gördüğünüz o duruşmalı filmlerin bütün mantığını yerle bir etmez miydi bu durum?
Bütün ilişkiler bambaşka: yargıçla savcının, yargıçla avukatın, savcıyla avukatın ilişkileri bambaşka. Jürinin hepsi ile ilişkisi bambaşka. O filmlerin mantığı değil de, bir voleybol maçının mantığı bizim mahkemelerde durum: savcı “pasör”, yargıç “kütör”.
Benim bildiğim “Anayasa”larda, “Savcı ile Yargıç yan yana oturur” diye bir madde olmaz. “Yan yana oturmaz” diye de bir madde yoktur. Ama “oturmaz” demediği halde oturur ve “oturur” demediği halde oturmaz. Çünkü herhangi bir yasa metninde yazılı olmayan anlayış bizde (ve oralarda) böyle biçimlenmiştir. Onlar ikisi “devlet”tir. Aralarında her türlü ilişki, iletişim kanalı kurulmuştur, aynı yerde oturur kalkarlar, çünkü zaten öyle yapmaları istenir.
Bu bir tane örnek de, daha neler var. Onun için, diyorum, “Anayasa değiştirelim” diye ayaklanıp gırtlak gırtlağa gelmeden önce, toplum ile devletin karşı karşıya gelme biçimlerine demokrasi getiren uygulamalardan, pratiğin kendisinden başlanabilir. Bunlar, Anayasa değişebilse de, nasıl olsa yapılması gerekli şeyler.
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
28.07.2025
22.07.2025
30.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
23.05.2025
21.05.2025
12.05.2025
5.05.2025