Murat BELGE
AKP iktidarının 2002 seçimi ile iktidara gelişini izleyen, sanırım Gezi direnişine kadar da devam eden birinci bölümüyle, ondan sonraki, bugün de devam eden bölümü arasında, ciddi farklar olduğunu sanırım herkes kabul edecektir. Bu ülkede “İslami” karakteri ağır basan bir siyasi parti veya herhangi bir oluşumdan zerrece hazzetmeyen bir kesim insan var (İslami cephede de laik kesime aynı gözle bakan bir çekirdek grup olduğu gibi). Bu kesim pek öyle “öncesi/sonrası” muhasebesi yapmak istemeyebilir, “Hepsi takiye” deyip kestirip atabilir. Ama onlar bile (sözgelişi “takiye” demekle) arada bir farklılaşma olduğunu kabul ediyor demektir.
Evet, bence bu ilk dönemde AKP performansı, hayatımız boyunca gözlemlediğimiz Türkiye politik hayatının bildik ölçülerinin uzağına gitmiyordu. Gidiyorsa, sürekli işbaşında olan sağ hükümetlere göre daha olumlu davranışlarda bulunmak üzere gidiyordu. Sonuçta “simgesel” bir olay ama Nazım Hikmet’in yurttaşlığının tanınması böyle bir şey. Kürt sorununa barışçı çözüm arayışı ise çok olumlu bir girişimdi ama berbat bir şekilde gelişti. Bu dönüş de zaten sözünü ettiğim genel dönüşle aynı zamana denk düşüyordu ve gene sözünü ettiğim “öncesi/sonrası” farklılaşmanın simgesi gibiydi.
Bunun nasıl olduğu cevabı verilmiş bir soru değil. Herhalde uzun zaman insanların zihnini uğraştıracaktır. Bu, yalnız Türkiye çerçevesinde kalan bir şey de değil. Örneğin Obama gibi biri dahi bundan nasibini aldı.
Ben burada “niçin” sorusuna bir cevap vermeye çalışmayacağım. Tayyip Erdoğan’ın verdiği kararın sonuçlarının ne kadar “feci” olduğunu —bir kere daha— belirtmeye çalışacağım. Yalnız Türkiye için değil, Erdoğan’ın kendisi ve temsil ettiği hareket açısından da öyle.
Örneğin 2013’e kadarki ekonomik gidişatla şimdiki durumu karşılaştırmak… “Bugün varılan noktanın temel taşları o zaman döşenmeye başlamıştı” diyebilirsiniz. Bu kısmen doğru bir tesbit olabilir ama gene kaybolan milyarlar v.b. olayları açıklamaz.
Değişimin göbeğinde Tayyip Erdoğan’ın kendisi yer alıyor. Bu süreç içinde Tayyip Erdoğan’ın adım adım, her türlü yetkiyi kendi elinde topladığını gözlemliyoruz. “Kupon arsaları bana sormadan satmayın” gibi simgeselleşmiş sözler bu sürecin nasıl işlediğini gösteriyor. Erdoğan partisinde böyle bir “heyula” haline gelirken bir yandan bir eleme mekanizması çalışıyor, bu partiyi kurmak için başlangıçta bir araya gelmiş insanların birer ikişer eksildiği, yerlerini birtakım yeni yüzlere ve adlara bıraktığı gözlemleniyor (başlangıçta fazla dikkat çekmese de).
Tayyip Erdoğan’ın bilgilerinin derin olmadığı belliydi, ama Erdoğan sorumluluk dağıtmakta başarılıydı. Zamanla kendine güveni büyüdükçe büyüdü ve kendinden başka otorite tanımaz hale geldi. Psikolojik düzeyde bu dönüşümü geçirirken kurumsal düzeyde de bugün gördüğümüz “tek adam” olma yoluna girdi. Bu otorite merakı muhtemelen başından beri vardı ama bir şekilde dengelenebiliyordu. İktidarını sağlamlaştırdığı ölçüde, bu dengeleri de başından attı.
Erdoğan’ın “faiz teorisi” gibi olgular anlatmaya çalıştığım fenomenin göze batan örneklerinden biri. Aynı zamanda, ne kadar inatçı olabileceğini de gösteriyor. Asıl alanının ekonomi olduğunu beyan etti, ekonomiden kendisinin sorumlu olduğunu da bildirdi. Ve işte ekonominin durumu ortada. Ama “tek adam”lık konusunda erişilmiş noktadan sonra, partisinde “Ne oluyoruz?” diye soracak kimse yok. Bu da yalnız ekonomi alanında görülen bir durum değil elbette. Böyle olmayan bir alan kalmadı.
Sorun, Tayyip Erdoğan’ın denetlenemez “mutlakiyetçi” eğiliminden ibaret değil. Tayyip Erdoğan, kendisine “O öyle olmaz” diyecek danışmanlardan, yardımcılardan hoşlanmadığı kadar, kurallardan, teamüllerden de sıkılıyor. Bunları da iradesinin önüne dikilmiş engeller olarak görüyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın kendisini yetkilerle donattığı yıllar, aynı zamanda, ülkede kuralların da tavan arasına kaldırıldığı yıllar oldu. Hukuk alanında olanlar durumun “fecaatini” sergilemek için yeterli. Dünyanın düzeni “Tayyip Erdoğan’ın sevdikleri/Tayyip Erdoğan’ın sevmedikleri” şaşmaz ölçütüne göre yeniden kurulmalı. Bu artık “yalnızca politik” bir durum olmaktan da çıktı.
Aynı zamanda, yorgunluk, dalgınlık gibi görünen olaylar da çoğaldı. Örneğin, Kılıçdaroğlu “sıram gelince aşı olurum” diyor ve sırası gelince aşısını oluyor. Birkaç gün sonra Tayyip Erdoğan “Ne oldu da aşı oldun?” diye “kükrüyor”. Kemal Bey’e, “Sıram geldi, oldum” demek düşüyor. Bütün kükremelerini “şüpheli” konumuna getiren bir şaşkınlık.
Ama bununla da bitmiyor. Tayyip Erdoğan kendisinin üçüncü aşısını da olduğunu söyleyiveriyor. Memlekette ikinciyi ve tabii birinciyi olmak için bekleyen milyonlarca insan varken şaşırtıcı bir açıklama mı? Bütün olup bitenlerden sonra, hayır, şaşırtıcı değil. Tersine, Tayyip Erdoğan kurmaya ve ebedileştirmeye çalıştığı düzenin temellerini sergiliyor. “Bundan sonra böyle yaşanacak,” diyor, “Herkes yerini bilsin.”
Tayyip Erdoğan bir birey, sonuç olarak, kendine özgü bir birey. “İslamcı bir siyaset adamı” dediğimizde bunun tek-tip bir kişi olması düşünülemez. Türkiye’deki İslamcı siyaset hareketinin de Tayyip Erdoğan tarafından yönetilmesi ve yönlendirilmesi semadan yere inmiş bir emrin sonucu değil. Nitekim bu siyaset yoluna Tayyip Erdoğan’la birlikte adım atmış, ama yolun bir kısmında bir biçimde tasfiye olmuş birçok insan var (yukarıda söylemiştim).
Gelgelelim, genel olarak ve siyasi olarak İslam’ın ve İslamcılık’ın oldukça dar kafalı bir kolunu temsil ettiği anlaşılan Tayyip Erdoğan bugün de bu kesimin tartışılmaz önderi. Erdoğan’ın kişisel prestiji, partisinin prestijinin önünde. Ona oy verenler ve vermeye devam edecekler arasında İslamcı siyasetin bu uygulanma biçiminden hoşnut olmayanlar olabilir (sanırım var ve sayıları da yükseliyor); ancak muhtemelen onu iktidarda kalmanın garantisi olarak gördükleri için yaptıklarına ve bir şey yapma üslubuna rıza gösteriyorlar. Böyle olunca da İslamcı politika ile Tayyip Erdoğan arasındaki özdeşlik ilişkisi perçinleniyor.
Gülencilik İslamcı politikanın ve iktidar stratejisinin bir başka “versiyon”uydu. Bu iki İslamcı siyaset tarzının karşısında yer alan laik dünya görüşünün onları eleştirme gereği gitgide zayıflıyor. “İçeriden” gelen eleştiri daha etkili.
Yazarlar
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları





























Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
8.12.2025
1.12.2025
24.11.2025
25.08.2025
6.08.2025
1.08.2025
28.07.2025
22.07.2025
30.06.2025
16.06.2025