Ümit KIVANÇ
“Narsisist” liderler ve onlara bağlanan kitle bireylerinden bahsetmeyi sürdürüyoruz. Bärbel Wardetzki’nin Siyasette ve Toplumda Narsisizm, Ayartma ve İktidar kitabını okuyarak. Bu konudaki ilk iki yazımı okumuş olduğunuzu umuyor, okumadıysanız göz atmanızı tavsiye ediyorum. İlki şurada,ikincisi de şurada.
Wardetzki, lidere bağlanmaya yolaçan dinamikleri araştırırken, gündelik yaşamda narsisist bireylere bağlanan kişilerin tecrübelerinden yola çıkıyor ve, “Ayartma,” diyor, “insanların kendileriyle ilgili ciddî bir niyetin bulunduğuna kâni oldukları ve bu nedenle karşılarındaki kişiye kayıtsız şartsız inandıkları noktada başlar. Vaatlere ve pohpohlamalara kanarlar, çünkü ayartıcıya inanıyorlardır. Nihayet onları anlayan, onlarla ilgilenen ve kendini onlar için ortaya koyan biri çıkmıştır.”
Ruhbilimci Carl Gustav Jung, 1938’in Ekim ayında, Hitler, Mussolini ve Stalin işbaşında ve tam gaz faaliyetteyken kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Diktatörler,” demişti, “ezici ihtiyaçların giderilememesinden acı çeken insan hamurundan yapılıdır” (“Reislik, din ve bilinçaltının sesi”, çeviren: Ayşe Çavdar, Express, Bahar 2019). Jung, Hitler’i “Almanlara, özellikle Dünya Savaşı’ndaki yenilgiden sonra, bilinçaltında gerçekten ne düşündüğünü ve ne hissettiğini söyleyen ilk kişi” diye niteliyor. Ona göre Hitler, “her Almanın ruhuna renk veren tipik bir aşağılık kompleksini dillendirir”. İhtiyaçlarla kompleksler nedense hep rafta yanyana.
Putin Rusya’sı üzerine derinlemesine eğilen çoğu yazarın tesbitlerinde bu unsur mutlaka vardır. Bizimki gibi başka toplumların haleti ruhiyesine de ışık tutan unsur…
İlavesiyle: Lider -Rusya örneğinde Putin-, haksız yere güçsüz düşürülmüş sıradan Rus bireyine, bir zamanlar -imparatorluk aracılığıyla- sahip olduğu imrenilesi, ihtişamlı kimliği yeniden kazandıracaktır. Tanıdık vaziyet.
Bu konu bir parantez açmaya değer. Gerçi bir aşamada dışlandı ve şimdi neredeyse muhalif konumda siyaset sahnesine yeniden çıkmaya hazırlanıyor, ama Ahmet Davutoğlu’nun sözkonusu kitle bireyleri için “nihayet kendini ortaya koyan” esas lidere, Tayyip Erdoğan’a katkısı da bu hamasî örtüydü. Bahsettiğimiz türden liderlik mekanizması içerisinde örtüyü başka birilerinin serip kaldırması elbette mümkün olamazdı. Koca hamaset külliyatıyla becerilecek ideolojik pompalamanın âlâsı bol para dökülerek hazırlatılan televizyon dizilerinde padişaha gâvur elçi tokatlattırılarak da yapılabilirdi. Daha doğrusu, yapılabilen kadarı yeterdi. Çünkü esas olan içerik değil, kitleyi temsilen eyleyebilecek kudrete sahip liderdi. Kitlenin her bireyi bu lider aracılığıyla kendini iktidarda hissedecekti, esas olan buydu. Nitekim hissetti, hissediyor. Şu sıralarda yaşanan sarsıntı bu hissin zayıflamasının ürünü.
Ortam kirlenmesi
Bu zayıflama, kitleyi lidere bağlayan sık örülü halatın örgüsündeki gevşeme, en ufak belirtisiyle bile endişeye, paniğe yolaçabilecek bir değişim. Zira narsisist lidere “ihtiyaçtan” bağlanan kitle bireyi, bağlılığını akılcı süzgeçlerden geçirerek sınamamayı tercih eder, bu bağlılığa âdetâ kendini bırakmave bu rahatlığa sığınma eğilimindedir. Wardetzki’ye göre, “ayartıldığını bildiği halde önerilen şeyi kabul[eder]”, çünkü “inanmak istiyor”dur. Liderin vaatleri ya da davranışları kitle bireyinin “ihtiyaçlarına” ne kadar cevap veriyorsa birey duyması muhtemel şüpheleri o kadar kuvvetle bastırır. Kitle, “durumlarının başkaları tarafından iyileştirilmesini ümit eden” bireylerden meydana gelmektedir ve bu bireyler “nihayet” bunu yapmaya muktedir lideri bulduklarına inandıklarında “hangi vaatlerin gerçekçi olduğunu, hangilerinin olmadığını artık ayırt etmezler”, söylenenlerin, yapılanların doğruluğunu sınamakla uğraşmazlar.
“Kitlelerin kendi kuralları vardır,” diyor yazarımız, “o kurallara göre davranırlar. Bunların başlıcası, kitlelerin çok kolay etkilenebilmesi ve rasyonel olmaması.” Wardetzki, kitleyi etkisi altına almak isteyen “konuşmacı”nın nasıl başarı elde edebileceğini anlatırken şöyle diyor: “İddiaların ortaya konuşu başarı vaat eden bir tarzda olmalı, bunlar sürekli tekrar edilmeli (…) Sesini çok iyi ayarlamalı ve asla iddialarını ispat etmeyi denememelidir. Kitle mübalağa ister, gerçekleri değil” (vurgular benim -ük). Wardetzki soruyor: “Trump’a bunun eğitimi mi verildi?” Soru sadece Trump için geçerli değil elbette.
Sonuç sadece bireylerin lidere müthiş bağlılığı değil, kendilerini ve oluşturdukları her türlü topluluğu dışarıya, hele eleştiriye, itiraza tamamen kapalı hale getirmeleridir.
Bu, genel bir ortam kirlenmesidir. Dünyanın yeni belası faşizan yeni otokrasilerin hepsinde olguya, bilgiye, gerçekliğe karşı âdetâ savaş açılmış olması tesadüf değil. İnanma-bağlanma dinamiğinin aslî yakıtı abartı, hamaset ve tabiî neredeyse kurumlaşan yalan, yalnız lidere biat eden kitlenin gözlerini kulaklarını iptal etmekle kalmıyor. “Eğer,” diyor Wardetzki, “insanlara devamlı olarak yalan söylenirse, bu sözkonusu yalanlara günün birinde inanmalarını sağlamaz, aksine, artık hiç kimsenin hiçbir şeye inanmaması sonucunu doğurur. Bu, insanların yön duygusunu kaybettirir, elini kolunu bağlar ve onları otoriter muktedirler için kolay kurbanlar haline getirir.” (Yazının son kısmında değineceğim “öngörülemezlik” bahsini okurken bu faslın da hatırınıza gelmesini umarım.)
Kitle bireyi ve “ihtiyaç”ları
Narsisist lidere bağlanan kitle bireyinin kararlı bağnazlığının çekirdeğinde bir eksiklik, çaresizlik ve “ihtiyacın” bulunduğunu -diktatörün yoğurulduğu hamur!- hiç unutmamak gerekiyor. Çözümse çoğu defa -adaletli ilişkilere götürmeyeceği belli- sözkonusu ihtiyacın giderilmesi olamayacaktır. Ancak bunun ihtiyaç sayılmaktan çıkarılabilmesi halinde sözkonusu bireylere ulaşılabilecektir. Bizim burası için ilk adım herhalde dünyaya hükmetmeden, birilerini altımıza alıp ezmeden de yaşayabileceğimiz ihtimalinin zihinlere sokulması olacaktır. “Başkaları”ndan daha kötü veya daha iyi olmadığımızın anlaşılması, belki.
Bağlanan kitlenin bireylerinin narsisist liderle yaşadığı deney, özellikle ilişkinin başlangıçtaki göz kamaştırıcılığı, şüphesiz, hayalkırıklıkları kendilerine seslenilebilecek minik kanallar açsa da, bu bireylere “dışarıdan” ulaşmayı zorlaştırır. Çünkü o deney için bir tür başkalaşımı göze almışlardır: “Narsisistik kişilikler bağlamında ayartmak şu anlama gelir: ‘Seni kendi görkemli benliğimin içine alıyorum, sana özdeğerinin yükselmesi ve narsisistik ihtiyaçlarının karşılanması yoluyla mutluluk vaat ediyorum. Buna karşılık sen de kendi kaderini kendin belirlemekten, farklı olmaktan, canlılığından ve bağımsızlığından vazgeçiyorsun.’ Ayartma (…) alışverişe dayalıdır. (…) Alışveriş ayartılan kişiyi altın bir kafese sokar. Kafesin kapısında kendi bireyselliğini bırakmak zorundadır.” Yazarımız, ayartılmanın bedeli, diyor, “tâbi olma ve bağımlılık”tır.
Yani bir tarafta -üstte- “patolojik özsevgi” ve “büyüklük illüzyonu”, öbür tarafta -altta- tâbiyet, biat, gerçekten korkma gibi başka patolojik haller: “…özgüveni düşük, kaygılı, aşağılık duygularına sahip ve yönünü şaşırmış insanlar kolay manipüle edilir, yönlendirilir.”
Genellikle siyasî mesele olarak ele aldığımız mevzunun derinlere uzanan ideolojik-psikolojik-sosyal psikolojik kökleri olduğu gerçeğini çoğu zaman ihmal ediyoruz. Wardetzki’nin “narsisistik ayartmanın bir başka çeşidi” diyerek sözünü ettiği “şov, şaşaa, gösterişli törensel şeyler ve egzantrik sahneye çıkış biçimleri” bakışımızı bu yöne çevirmemiz için bizi uyaran olgular. Burada sözkonusu olan siyasî veya ekonomik vaatler değil. Şöyle tasvir ediyor Wardetzki: “Hiçbir şey normal değildir, her şey abartılıdır: ‘En Büyük Olan’ın aurası, tanrısallık, mülkiyet ve servet biçimlerinde zenginlik ve abartılı gelişler. Narsisist insanlar konuşmazlar, nutuk atar ve ders verirler. Söyledikleri şeylerin altını çizmek için el kol hareketleri yapar, tek hakikati müjdeliyormuş gibi bir izlenim verirler. Bütün bunlar hayranlık uyandırır ve aynı zamanda insanların gözünü korkutur. Ve insanları sorgulanması istenmeyen içeriklerden uzaklaştırır. ‘Narsisistler’ tam olarak bunu hedeflerler, çünkü bu şekilde insanlara daha iyi hükmedilir. İnsanların biatı ve hayranlığı, bütün bunları sorgulamak ve ayartmayla gerçekleştirilen aldatmacanın örtüsünü kaldırmak yerine korku dolu taraftarlar haline gelmelerine yolaçar.”
Korku dolu taraftarların gözünü açması, hakikati görmesi, toplumların kaderini narsisist liderlerin elinden kurtarmak için şartsa, bunu isteyenlerin herhalde yapacağı son iş, ortadaki korkuyu artırmak olmalı. Çünkü narsisist lidere bağlanma tarzında sahiden hassasiyetle yaklaşılması ve ele alınması gereken, nâzik psikolojik vaziyetler var, gördüğümüz gibi. (Ekrem İmamoğlu’nun siyasî mücadelenin “havasını” değiştiren tarzında, karşı taraftakilerin korkularını azdırmama hassasiyetinin rolü az mı?)
Wardetzki, narsisist liderlere tâbi oluşu kolaylaştıran başlıca bireysel etken olarak, sevgi vaadininitaat şartına bağlandığı çocuk yetiştirme tarzına işaret ediyor. Yazarımız bunu “ayartmanın kalleşçe bir biçimi” diye niteliyor: “Sen benim sevgili çocuğumsun ve olmanı istediğim ve ihtiyaç duyduğum gibi olursan seni severim.” Eğer buna “olmazsan da seni şöyle yaparım” kısmını eklersek, bütün renkliliği ve çeşitliliğiyle dünyada herkesin parmak ısıracağı bir kültür yaratabilecek koca bir toplumu ezip suyunu çıkaran -dolayısıyla kupkuru bırakan- devlet felsefesinin kısa tanımını vermiş oluruz. Kabul edelim ki, aile içi eğitim de bu sağlıksız ilişkinin çekirdekten bütünleyicisidir bizde.
Öngörülemezlik atmosferi
Wardetzki’nin “kötü huylu narsisistik iktidar”ın “utanmazca kullanımı”nı tarif ettiği satırlarda narsisist liderlerin ortak evrensel niteliklerine dair tasvir var. Sözü buradan, narsisist liderliğin, her şeye kâdir tek adam konumunun kaçınılmaz olarak yarattığı zehirli ortama getirmemiz gerekiyor.
Yazarımız, bu tür muktedirlerin elindeki araçları sıralıyor: “Yıldırma, tehdit, değersizleştirme, suç atma ve diyaloğa kapalı olma.” Mâruz kaldıklarımız, sanki böyle bir katalogdan seçilmiş gibi: “ötekiyle devamlı saldırgan bir dille konuşulur ve o hiç konuşturulmaz”. Ve: “Narsisist insanların en iyi savunma mekanizmaları suçlama ve aşağılamadır.” Wardetzki elbette bunlardan önce, “ağırlıklı olarak”vurgusuyla “şiddet”i zikrediyor. Neyse o bakımdan da geri kalmıyoruz!..
Yazarın “kötü huylu narsisistik iktidar”ın alâmeti fârikalarından saydığı bir özellikse, bizim için bunlardan bile fazla tanıdık, çünkü devlet-toplum ilişkisine Cumhuriyet tarihi boyunca damga vurmuş bir yapısal olgu: “Şiddet kendini keyfîlikte ve öngörülemezlikte gösterir ve ötekilerin duruma uyum sağlamasına ve kendilerini duruma göre ayarlamasına engel olur. Çünkü bugün doğru olan bir şey yarın yanlış olabilir.”
Evet, devlet yönetiminde kurumsallığın, kuvvetler ayrılığı ilkesinin, yasallığın, hattâ anayasallığın rafa kaldırıldığı bir dönemdeyiz; bu yüzden keyfîlik dorukta, öngörülemezlik artık bizim için âdetâ hayatın anlamı. Fakat bugün serbest olanın yarın suç sayılması bakımından devletimiz dünyadaki bütün rakiplerine karşı bâriz üstündür. Darbelerle, “devlet sözkonusuysa hak-hukuk teferruat” yaklaşımıyla taşları döşenen böyle bir gelenek-görenek zemini üzerinde, mutlak öngörülemezliğin tesisi elbette pek kolay oldu. Öngörülemezlik silahı el değiştirdi, süslendi, güçlendirildi, bütün toplumu, ekonomisi, sanatı kültürü, her şeyiyle kendi komutasında bir “millî güç”ün unsuru gibi gören askeriye kafası yerine bu defa narsisistik iktidarın aslî araçları arasında yerini aldı. Öngörülebilirlik, toplumun devlete ve muktedirlere karşı elde ettiği bir mevzi, bir kazanım, bir güvencedir. Öngörülemezlikse, keyfîlik peşindeki her türlü muktedirin eline geçirmeyi umduğu silah.
* * *
Narsisist liderler ve onların karakterine uygun iktidarlar ile bunlara biatı hayatlarının anlamı kılan kitle bireyleri hakkında Bärbel Wardetzki’nin kitabının yardımıyla fikirler yürütmeye çalıştık. Üç yazılık bir sohbet oldu. Burada sona eriyor. Ne yaşamakta olduğumuzu anlarsak değiştirmemiz de mümkün olabilir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları












































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024