Bülent KORUCU

Gülen ‘Çözüm Süreci'nde ne demişti?
31.07.2015
1844

 Ülkemizde 30 yıldır akan kanı durdurmak için birçok girişim oldu. Her seferinde halk umutlandı ve barış ihtimaline kredi tanıdı.

Maalesef izahı pek mümkün olmayacak şekilde bütün denemeler hayal kırıklığı ile neticelendi. Şimdi de iki yıldır devam eden ve PKK terörünü bitireceği umulan ‘Çözüm Süreci'nin çöküşünü inkisar içinde takip ediyoruz. Başlarken temeli sağlam atılmamış, statiği iyi hesap edilmemiş ve doğru projelendirilmemiş bir inşaatın enkazı başındayız. Filmi başa sarıp ağır çekimde yeniden yeniden seyredip ‘nerede hata yapıldı?' sorusuna cevap aramalıyız.

Filmi başa sardığımda ilk karelerden biri şaşırtıcı ayrıntılarla karşıma çıktı. Çözüm Süreci ufukta henüz görünmeye başladığında Fethullah Gülen'in bir konuşması medyada yer almıştı. Hürriyet'ten Yeni Şafak'a kadar neredeyse bütün gazeteler o konuşmayı ‘Sulh hayırdır' başlığı ile haberleştirdi. Sürecin aktörlerini cesaretlendiren ve kamuoyundaki endişe dolu şüpheleri izale edebilecek bir yaklaşımdı. “Hangi dairede olursa olsun sulh-u umumîyi temin etmeye çalışmak ve barış içinde beraberce yaşanabileceğini ortaya koymak lazımdır. …Şimdi bunlar arasında da esasen bir sulh temin etmek gerekir. Bunun için de elden gelen her şeyin yapılması, gerekirse kan kusulması ama “kızılcık şerbeti içmiştim” denilmesi gerekir. Kur'an, “Hayır sulhtadır, anlaşmada, uzlaşmadadır. (Nisâ, 4/128)” diyor. Kur'an toplumun en küçük dairesi, aile açısından meseleye bakıyor. Kur'an-ı Kerim çok küçük dairede, molekül dairesinde meseleyi ele alıyor. Orada bu mesele hayırlıysa, kasaba dairesinde evleviyetle, şehir dairesinde evleviyetle, devlet dairesinde evleviyetle, cihan dairesinde evleviyetle hayırlıdır.”

O gün ihtiyaç o yönde olduğu için herkesin aynı başlığı atması doğaldı. Gülen, ülkenin parçalanmasını önlemek uğruna Hudeybiye Sulhu'ndaki mantık ve muhakemeyle hareket etmek gerektiğini vurguluyordu. Bugün o konuşmanın metnini okuduğumda karşıma bambaşka başlıklar çıkıyor. Gülen, öncelikle moda tabiriyle bir kırmızıçizgi çiziyordu: “Milli onur, milli gurur ayaklar altına alınmama kaydıyla, o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe -bence- el de öpülebilir, etek de öpülebilir. Heyet-i İslamiye, heyet-i milliye arasında huzurun temini adına katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım.” Bu ifadelerden şunu anlıyorum: Kişisel onurunuzdan feragat etmelisiniz ama devletin egemenlik hakkının devri anlamına gelecek şeyler yapmayın. Haftalarca kesilen karayollarına bigâne kalmayın, indirilen bayrağı sineye çekmeyin, sokak ortasında şehit edilen askeri, polisi görmezden gelmeyin...

Konuşmanın bir yeri var ki nasıl gözden kaçırmışım diye hayıflandım. Adeta bugünleri görmüş gibi şunu söylüyor Hocaefendi: “Ağır bile olsa sulha açık bulunmak gerekir. Böyle açık bulunursa insan, yine meşruiyet çizgisinde sulh stratejilerine de açık bulunur. Ama böyle bir şeye hep kapalı bulunuyorsa, belki o mevzuda sulh stratejileri oluşturmak mümkündür ama bazen enaniyetine, bazen hizip telakkisine, aidiyet mülahazasına, bazen de parti sevdasına feda edebilir.”

Yani sulh düşüncesini içselleştirmemişseniz, geçici süreyle sulh stratejileri oluşturabilirsiniz ama sonunu getiremezsiniz. Bazen şahsi egonuza ya da hizip ve parti sevdasına bir çuval inciri berbat edebilirsiniz. Daha ne desin!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar