Hadi ULUENGİN

Ayrılık ve birliktelik (2): medeni Boşanma
17.08.2012
3013

 GAZETECİ şansımın yaver gitmesini Hasan Cemal ve Okay Gönensin’e borçluyum.


Onlar “alana gönderdikleri” içindir ki “Duvar”ı ve komünizmi yıkan 1989 Devrimi’ni an be an ve bizzat Varşova’da, Peşte’de, Bükreş’te, Berlin’de yaşadım.

Ve o muazzam dinamik Almanya’nın birleşmesi, SSCB’nin dağılması, Yugoslavya’nın bölünmesi dâhil hemen her ihtimali aklıma getirdi de tek bir şeyi tahayyül dahi etmedim.

Çekoslovakya’nın 1992 yılında iki cumhuriyete ayrılacak olmasını kastediyorum.

***

SÖZKONUSU ülkeyi kitabî olarak da, maddi olarak da nispeten iyi bilirim.

Kafka’yı, Kundera’yı, Jacobson’u okumuşluğum bir yana, hem fi tarihinde Brnolu bir sevgiliye abayı yakmış; hem de “Aslan Asker Şvayk”a, “Tatra” marka otomobile, “Laterna Magica”sahneye falan gönül vermiş olduğumdan, kırk küsur seneden beri defalarca gittim.

Çek yahut Slovak, bura insanlarını çok severim. O insanlar ki Slav duyarlılığını Orta Avrupa kültürüyle bütünleştirirken her ikisinin de bana en cazip gelen yönleriyle donanmıştır.

Üstelik tüm ahali gayet barışçıl bir güvercin simgesiyle özdeşleşir. Hatta aslında mecazi anlamda “kuş”(!) demek gerekir. Yani pasifizmi sulhperestlik raddesine vardırırlar.

Nitekim önce 1938’de Hitler; sonra 1948’de Stalin; daha sonra 1968’de de Brejnev tarafından afiyetle yutulmaya hiç ses çıkartmayacak kadar mezhebi geniş davranmışlardır.

Dolayısıyla böylesine sakin bir halkın, milletin ve devletin bölünmesi ihtimali 1989 Devrimi sırasında bile aklımın köşesinden geçmemişti. Artı, şunları da ekleyeyim:

***

ZATEN aynı kavmin aynı kabilesinden inen Çekler ve Slovaklar arasındaki lehçe farkı Türkiye Türkçesiyle Azerbaycan Türkçesi kadar bile değildir. Ortak lisanı şiveyle konuşurlar.

Mezhep ögesi tali kaldığı için tarafları ayrıştıran tek noktayı aşağıdaki unsur oluşturur:

Çekler çift başlı Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nda Viyana, Slovaklar ise Budapeşte merkezli yönetim altında yaşadılar. Biri Cermen, diğeri Macar hâkimiyetindeydi.

Buna bir de “ruhi faktör” olarak ikincilerin birincilere “köylü” demesini ekleyebiliriz.

Zaten 1918’de kurulmuş genç Çekoslovakya’nın Nazi işgali sırasında işbirlikçi bir Bratislava hükümetiyle donanması da yine yukarıdaki “ayrışmadan” (!) kaynaklanmıştır.

Her neyse, bu ülke halkları en azından Yugoslavya’daki gibi saç saça, baş başa kavga etmeden“medeni” (!) biçimde boşandılar da hiç olmazsa barışçı şöhretlerine halel gelmedi.

***

YUKARIDAKİ “medeni” (!) Çekoslovakya ayrışmasını kasten emsal gösterdim.

Çünkü demek ki, illâ rasyonel temele oturmayan ve çok çetrefil unsurlar barındıran kimlik ve aidiyet dürtüsü, Orta Avrupa’nın göbeğinde yaşayan ve iç bünyedeki kavmiyet farklılıkları cim karnında nokta kalan bir ulus-devleti bile bölebiliyor.

Dil dâhil tüm ortaklık ve birlikteliklere rağmen sırf tarihte aynı hâkim imparatorluğun ayrı merkezlerinden etkilenmiş olmak; ruhiyatta ise “köylü” küçümsemesinden “incinmek” (!), kültür ve refah seviyesi haydi haydi yüksek bir ülkeyi dahi parçalamaya yetebiliyor.

Sözkonusu örnekleri çoğaltabiliriz ki, şu temek soruya gelelim.

***

HÂL böyleyken ve zaten ortak kavmiyet ve dil paylaşmayan Türkler ve Kürtler Çek ve Slovaklarla kıyaslanmayacak ölçüde “asabi” iken; artı, Fırat- Dicle suları Tuna- Vltava sularıyla yine kıyaslanmayacak oranda coşkun akarken, kendimizi emniyette sayabilir miyiz?

Velev ki önceki gün burada örneklediğim gibi aynı Kürtler çoğunluk olarak aynı Türklerden ayrılmak iradesini beyan etmesin, tehlikenin var olmadığını söyleyebilir miyiz?

Hayır! Soruya verilecek her iyimser cevap hem saftiriklik, hem de 1989 Devrimi’nden beri dünyada hüküm süren genel gidişatı kavramamak olur ki, konuyu yarın noktalayacağım.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar