Sezin ÖNEY
İnsanın kafası, deprem gibi bir durumun ertesinde hem daha keskin hem de adeta dünyadan kopuk ve sadece deprem gerçekliğine odaklı çalışmaya başlıyor. Keskin çalışması, tamamen içgüdüsel bir hayata tutunma, hayatta kalma içgüdüsü odaklı. Kopukluk ise, tek odağın deprem haline gelmesinden kaynaklanan; zihnin adeta bulutların içine girmiş gibi, sis altında kalmış gibi, diğer tüm konuları geriye bırakıvermesinden ileri geliyor. Gördüğünüz herkesle, deprem konuşmak veya deprem bölgesi dışına çıktıysanız, “ben oradan geliyorum” demek istiyorsunuz.
İzmir, benim tüm çocukluğumun geçtiği; üniversiteye kadar okuduğum yer. Baba-ana evimin olduğu mekân. Gene de, asıl 30 Ekim Cuma saat 14.51’de İzmirli oldum ben. Depremin saniyeleri içinde, büyük bir dönüşüm gerçekleşti bende. Bana kalırsa, İzmir’in kendisinde de...
Depremin kendisinin ötesinde, aynı havayı soluduğunuz yerlerde; hemen burnunuzun dibi sayılacak yerlerde, enkazların altından insanların, canlıların çıkarılmaya çalışıldığını bilmek, çok ağır bir his. En zor yaşam mücadelelerinden biri verildi, veriliyor Türkiye’nin tüm deprem enkazlarında ve bugün de İzmir’de de sürüyor yıkıntılar arasında hayat kurtarma çabası...
Ezici bir his-ne yapsanız, asıl mağdurlara; aynı deprem tecrübesini sizinle beraber yaşamış da, sizin kadar şanslı olmayanlara tam olarak yardım edemiyorsunuz. O an, arama-kurtarma ekipleri, gerçekten de insanüstü varlıklarmış gibi geliyor. Çok kritik ve hayati durumlarda, doktorların insana geldiği gibi...
DÜNYANIN EN ŞANSLI İNSANI?
Tanıdıklarımdan, daha yeni satın aldıkları evleri, işyerleri; tüm birikimlerini yönlendirdikleri mülkleri “gidiverenler” var. Yine de kendilerini şanslı sayıyorlar-eğer ki, bir yakınlarını kaybetmedilerse... Enkaz haline gelen yeni evinden, bebeğini sağ çıkardığı için kendisini dünyanın en şanslı insanı sayan biri var mesela. Orada, özellikle Bayraklı’da birçok böyle hikâye var...
Bu yazıyı yazarken, hâlâ yer sarsılıyormuş gibi geliyor. Evet, annemi ve oğlumu deprem bölgesinden çıkarmak durumunda kaldım; kaldığımız yerde, annemin Alsancak’taki evinde, profesyonel olarak bu konularla ilgilenen bir can dostun deyişiyle “kolonlar patlamış”. Onları başka bir kente götürdüm: şanslıyız, seçeneklerimiz vardı. Onları ve annemin 5 haftalık köpeği JinJin’i çıkardım; uzaklaştırdım götürdüm.
Aile ile bir yerden bir yere giderken, yaşanan “nakil” haliyle “Kavimler Göçü” diye dalga geçerdim hep. Herkesin “vazgeçilmez” eşyalarının koskoca bir yığın oluşturduğu ve benim kucağıma ya evin kedisi ya şimdiki gibi köpeği-yani bir aile bireyinin düştüğü, bir hicret hali yaşanırdı. Bu sefer de üç aşağı beş yukarı öyle oldu. Ama, bu “Kavimler Göçü”nde ne kadar şanslı olduğumuzu düşündüm: Biz eve girip eşyaları toplayabildik. Bu deprem ve daha önceki bazı depremlerde insanlar, her şeylerini kaybettiler, her şeylerini.
Her şeylerini derken; canlarını, yakınlarını, sevdiklerini, fiziksel yetilerini, zihinsel bütünlüklerini ve sahip oldukları, değer verdikleri mallarını, eşyalarını da...
Depremin asıl sarsıcı yönü bu belki: Bir anda her şey gidiyor. Yeryüzü, sizden sahip olduğunuz her şeyi saniyeler içinde alabiliyor. Bunu açık gözle, açık bir bilinçle yaşıyorsunuz ve hayatta kalacak kadar şanslıysanız; bu tanıklık ömür boyu size, varlığınızın, herkesin ve her şeyin varlığının incinebilirliği gerçekliğini içinize işliyor.
İZMİR’İN İÇ SARSINTISI SÜRÜYOR
Cumartesi gecesi, hâlâ İzmir’deydim. Kentin en hareketli, eğlence ve keyfin en yoğun yaşandığı caddelerinden birinde evimiz. Cumartesileri, gençler başta olmak üzere, bu sokağı doldurup boşaltan kalabalıklar, adeta bir kutlama seli yaratır.
Depremin ertesi gününki Cumartesi, 31 Ekim günü ve gecesi ise; bu sokağın hali, biraz İzmir’in genel ruh hali gibiydi. Hareketle durma arası, hayata hiçbir şey olmamış gibi devam etmekle "olağanüstü hale" geçmek arasında kararsız, bocalayan vaziyette.
Sabah, çocukluğumdan beri “Süpürgeci” diye aynı tonda bağıran sokak satıcısı geçiyor; lokantalar, yiyecek-içecek mekânları açık -sanki duran hayata, kendilerinin ve kentteki duran hayata yaşam katmaya çalışıyorlar.
O janjanlı, renkli sokağın, tıpkı İzmir gibi en az bir süre “normaline” dönemeyeceğini biliyoruz aslında -biraz da inkâr ediyoruz.
Bugünlerde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “ilgili taraflarla” -tam kim bilemiyorum “ilgili” sayılacaklar-; bir toplantısı olacak ve Bayraklı, Alsancak ve Bostanlı’nın “kentsel dönüşüm alanı” ilân edileceği söyleniyor. Bu semtlerde evler tek tek kontrol edilip, hasar görenlerle ilgili yıkım kararı alınacak ve buraları dev bir şantiyeye dönecek gibi gözüküyor.
Bayraklı’nın çatır çatır çatırdamış hali zaten hepimizin gözünün önünde de; Alsancak’ın da içten içe benzer bir durumu var. Bostanlı’da şu anki duruma bizzat tanıklık etmediğim için bir şey diyemiyorum. Ancak, Bostanlı’da daha 2017’de, dolgu zemine inşa edilip de zamanla eğilip yatık duran binalar olduğunu biliyorum. Alsancak da, Bostanlı’nın bazı kısımları gibi dolgu zeminde duran bir semt -kentin en pahalı mülklerinden bazılarının bulunduğu, eğlence ve alışveriş yerlerinin olduğu, Bağdat Caddesi+Nişantaşı beraber bir semt. Öte yandan Bayraklı, Ege Üniversitesi’nin kampüsü ve hastanesi ile asıl da İzmir’in “Adalet Sarayı”nın bulunduğu yer. Dolayısıyla avukatlar, doktorlar gibi beyaz yakalıların, üniversite öğrencilerinin yaşadığı bir yer. Kimse de dönüp “ama, onlar da semtin depreme dayanıklı olmadığını bilmiyor muymuş” demesin: Bu işler, devletin ve yerel yönetimlerin sorumluluğundadır. İnsanlar, eğitimli ve bir konuda uzmanlar diye, deprem eksperi de olmak zorunda değiller. Yaşadıkları semtin, evin güvenliğini bilmek, araştırmak onların değil; bu bilgiyi sağlamak ve tedbirleri almak, devletin, resmî makamların ve yerel yönetimlerin görevi. Öteki türlüsü, “hastalandığında neden araştırıp kendini tedavi etmiyorsun, bu işi doktordan bekliyorsun” demek kadar saçma.
İZMİR ADALET SARAYI'NIN TARİHÇESİ, TÜRKİYE’NİN 1980 SONRASI ÖZETİ
Bu arada, İzmir’in Adalet Sarayı’nın tarihçesi de 1980 sonrası siyasi tarihimizin bir özeti gibi: 1982’de “Adalet Bakanlığı İzmir'e, “adalete yaraşır bir Adliye Sarayı yapmak için” proje yarışması açmış. İnşaat, neden sonra 1990’da başlayabilmiş ve 2004’te AK Parti’nin “büyük başarı; bizden öncekiler süründürdü, biz bitirdik” diye açıklamalar yapmasıyla tamamlanmış. Bu arada da ek binalar yapılıp durmuş. Şimdi, “Türkiye’nin en büyük Adalet Sarayı” diye bahsedilen bu yer, (sonra İstanbul’dakiler büyüklükte geçti bu binayı) çatlak patlak halde. Avukatlar ve genel olarak yargı çalışanları da fena halde mağdur; çünkü Adalet Sarayı’na yakın bürosu, evi olan çoktu. Dahası, alenen büyük çatlakları olan Adalet Sarayı’na girip de çalışmak zorunda kalacaklar.
Deprem tanıklık edip de hayatta kalanı dönüştürüyor: Kentleri, siyaseti değil, ama yaşayanlarını değiştiriyor deprem.
Ben de ilk fırsatta İzmir’e döneceğim; ama gidiş gelişlerle olsun, orada var olacağım bir şekilde. Yazıyı kapatınca bilet bakacağım. Beni deprem İzmirli yaptı çünkü.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUBir hegemonya diyarı olarak Türkiye… 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANCHP operasyonlarında yeni eşik 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Yargıya güvenin’ 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUABD Büyükelçisi bir şeyler söylüyor da, ne diyor? 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRCHP'YE YAPILAN OPERASYONLARA KARŞI NE YAPMALI? 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBahçeli’nin jeopolitik sorumluluğu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBenimki bir valiz hikayesi… 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİklim adıyla sınai kirletmenin ticareti 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞYangınlar yeniden başladı, Orman Bakanı ne yapacak ve George Orwell 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKafkasya ötesinde kanlı satranç 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciŞimşek görmüyor mu? 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Kürt Sorununda atılacak ‘hayal gibi’ 9 adım…” 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSıcak bir yaz, serin bir sonbahar ve belirsiz bir kış 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİİnsan yerin yüzüdür 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanÜç liderin 12 Gün Savaşı’nda karşılaştırmalı performansı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti, kendi eseri olan bu Türkiye fotoğrafına daha dikkatli bakmalı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAToplumsal Muhalefetten Demokratik Topluma: Halkların, İnançların ve Özgürlük Güçlerinin Birleşik Müc 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞELLİ MİLYAR DOLAR DÜNYADAKİ AÇLIĞI ÇÖZÜYOR… 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye, sıcak savaşlara evrilen küresel paylaşım savaşının hem sahnesi hem öznesi 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024
20.05.2024