Celal BAŞLANGIÇ

Rumlar, Kürtler, Ermeniler; '1915'te neyse bugün de o!'
15.06.2016
3961

Yaşlı bir kadın yün eğiriyor; 1940'lardan, 50'lerden kalma siyah-beyaz fotoğrafta.

 

Altında Türkçe ve Yunaca bir yazı:

 

"İmrozlu kadınlar yalnız yünlerini eğirmemiş, aslında kendi çilelerini dokumuşlardı yıllarca."

 

Aynı tarihlerden kalma başka bir fotoğraf.

 

(İmroz'un eski güzel günlerinden bir düğün fotoğrafı)

 

 

Köy yolunda neşeyle yürüyor düğün alayı, gelini almaya gidiyor.

 

"Yaşamın bütün zenginliklerinden damıtılmış, günler süren eğlenceli kutsamalardı düğünler. Kemanla, santurla, laftayla sadece gelini değil, yeni bir hayatı almaya giderdi düğün alayları."

 

Kaleköy limanına yanaşıyor "Yeni İmroz" teknesi. Dönenler sevinçli görünüyor o eski siyah-beyaz fotoğrafta.

 

Altındaki yazı, gelecekten hüzünlü bir haber veriyor:

 

"Bir heyacanla gidip bir gülümsemeyle dönerlerdi... Sonra dönüşü meçhul bir yolculuğa çıktılar."

 

RUMLAR: İMROZ'DA NE YAŞANDI ?

 

Bu fotoğraflar, Yunanistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nun İstiklal Caddesi üzerindeki Sismanoglio Megaro'da açılan İmroz/Gökçeada Karşı Bellek Sergisi'nin ilk bölümünde yer alıyor.

 

Siyah-beyaz görüntülerde cıvıl cıvıl bir ada var. Süt sağan, zeytin toplayan, yün eğiren, okullar dolusu çocuklarıyla, danslarıyla, eğlenceleriyle, düğünleriyle her karede üretken, mutlu ve şık bir yaşamın çizgileri var.

 

Türk-Yunan Defne Derneği'nce hazırlanan serginin ilerleyen bölümlerinde, bu rüya gibi yaşamın yerini yıkıntılar ve hüzün alıyor.

 

Çünkü hoyrat bir el, sırf adada yaşayanlar Rum diye yok ediyor bu büyük sevinci. Bu coğrafyadaki etnik, dinsel ve mezhepsel çeşitliliği bir zenginlik değil de tehdit olarak algılayan bu ilkel anlayış geriye coşkusuz, kültürsüz, üretimsiz, eğlencesiz; yaşamın boyutunu yitirmiş bir ada bırakıyor.

 

Boşaltılmış köylerden, insansızlıktan yıkılmış evlerden, yağmalanmış, satılmış mülklerden fotoğraflar var serginin ikinci bölümünde.

 

Altına Türkçe ve Yunanca bir not düşünmüş bu hüzünlü görüntülerin:

 

"Onca yaşanmışlıklar; yıkık bir evde, harap bir duvarda tek bir sözcüğe dönüşebilir; satılmıştır."

 

(Sergide yer alan fotoğraflardan biri de yıkılmış ama üzerinde "satılmıştır" yazan Rumlara ait bir bina)

 

 

Son bölümünde serginin, çakan umut kıvılcımlarına tanıklık eden görseller var. Kimi İmrozlu geri dönüyor baba ya da dede evine, onarıyor, yeni bir hayatı başlatıyor. İlkokuldan sonra ortaokul ve lise de açılıyor adada. 50 yıl önce susturulan Yunanca sözcükler yeniden çınlamaya başlıyor kulaklarda.

 

Ege'nin masmavi parlaklığında, suları bembeyaz köpürte köpürte giden bir geminin güvertesi var fotoğrafta. Altındaki yazı belki de yaşanılan sürecin başka bir anlamını aktarıyor:

 

"Her gidiş geri dönüşü de alır götürür yanında."

 

Serginin açılışında Yunanistan'ın İstanbul Başkonsolosu Evangelos Sekeris'ten sonra kürsüye gelen Türk-Yunan Defne Derneği Başkanı E. Büyükelçi Yalım Eralp İmroz'da yaşanan acıları bütün çıplaklığıyla anlatıyor:

 

"İmroz Türkiye'nin en büyük adasıdır. Ne yazık ki en acıklı adasıdır. İmroz'un Lozan'daki otonomi statüsü 1927 yılında mahalli idareler yasası ile iptal edilmiştir. Orada aslında büyük trajedi yaşanmıştır. Insanlar eziyete maruz kalmışlardır şu veya bu bakımdan. Gördüğümüz fotoğraflar huzuru, hüznü ve umudu sergiliyor. Amacımız; bir daha insan hakları ihlali yaşanmasın, nerede olursa olsun yaşanmasın. Bir daha İmrozlar olmasın. Dili, dini, kökeni, rengi ne olursa olsun bütün insanlar eşit muamele görsün."

 

Açılışta Stelyo Berber'in  piyano ve keman eşliğinde söylediği üç hüzünlü Yunanca şarkıdan sonra kimsenin beklemediği bir anda doğma büyüme İmrozlu olan Patrik Bartholomeos kürsüye çıkıp konuşmaya başlıyor:

 

(İmroz/Gökçeada Karşı Bellek Sergisi'nin açılışında Stelyo Berber "hüzün rengi" şarkılar söyledi. Açılışa Patrik Bartholomeos'un yanı sıra çok sayıda izleyici katıldı)

 

"Şahsen ben yaşımdan dolayı (76) serginin ilk bölümündeki adanın ilk güzel yıllarını yaşama fırsatına eriştim, fotoğrafların arasında rahmetli amcam santuri Yani'yi ve onun kemani arkadaşları Apostolos ve Hrisostomos'u gördüm ve duygulandım. Adalılar, çalışkanlıkları ve dürüstlükleriyle adada mutlu bir hayat sürdürmüşlerdir. Ta ki 1964 yılı gelip çatana kadar. Ben tezkeremi alır almaz kasım 1963'te yüksek lisans için Roma'ya gittim. 1964 yılının ilk aylarında ailemden gelen mektuplar vasıtasıyla durduk yerde başımıza gelen kötülüklerden ve adada toplanan kara bulutlardan haberdar oldum. Yaşananları kimin ve nasıl kurguladığı şu an ki konumuz değil. Zaten serginin ikinci bölümündeki fotoğraflara geldik. Tepeköy'deki ilkokul fotoğrafında biraz durmak istiyorum. Fotoğraftaki tabelada yazan Tepeköy Rum İlkokulu olaylardan sonra 'Rum' kelimesi çıkartılarak Tepeköy İlkokulu'na çevrildi. Akabinde okul harabeye döndü. Rum olmak ve anadilini çocuklarına ve torunlarına öğretmek bir günahmış gibi. İnsanın aklına şu basit soru geliyor: İmrozlular için değil, Rumlar için değil, insanlık için doğru olan nedir? Tanrının yardımı ve birçok kişinin desteğiyle harabelerden okullarımızın tekrar faaliyete geçmesine tanık olduk. İmrozda ilk defa 20 çocuklu bir lise ile adalıların tekrar doğdukları memleketlerine dönmelerine şahit olduk.  Yaşadığımız bu son zorlu 50 yılda hatıraları ve belleğimizi koruyarak geçirdik. Nihayet nefes alma, yaşayabilme ve ümit edebilme zamanımız geldi... Türkiye gibi her demokratik ülkede yaşayan her insanın doğal hakkı olan ümit. Temennimiz bu olumlu gelişmelerin devam edeceğidir. Büyükelçimizin dediği gibi İmroz'da yaşananlar umarız dünyada kimsenin başına gelmez."

 

KÜRTLER: CİZRE'DE NE OLDU?

 

Beyaz perdeye yansıyan görüntüler dehşet verici.

 

Neredeyse bütün evler yıkılmış. Ayakta kalanlar da kurşunla, topla delik deşik edilmiş. İnsanlar sadece geçmişlerini değil, kayıp yakınlarını da arıyor yıkıntılar arasında. Evlerden battaniyelere sarılı cenazeler çıkartılıyor.

 

Bir kadın "Evin yıkılası, çocuğumu niye öldürdün?" diye gözyaşı döküyor.

 

Evlerin, cam şişeleri bile eriten bir ateşin altında kaldığına ilişkin görüntüler de var. Çekim sırasında erimiş cam şişeyi görenler birbirlerine soruyorlar, "Kimyasal mı kullanmışlar?" diye.

 

 

Acılı bir başka anne ne kadar kararlı olduğunu anlatıyor beyaz perdeye yansıyan görüntüde:

 

"Allah hakkımızı yerde bırakmasın. Bu kadar çocuğu katletti. Çadırda yaşamak zorunda kalsam bile hiçbir yere gitmiyoruz. Hakkımızı istiyoruz, dilimizi istiyoruz."

 

İstiklal Caddesi üzerindeki Sismanoglio Megaro'da geçtiğimiz hafta açılan sergi bir açıdan "İmrozlu Rumlar ne yaşadı?" sorusuna yanıt ararken, Galatasaray'daki Cezayir'in toplantı salonunda da bu kez Kürtlerin ne yaşadığına ilişkin bir soru gündemdeydi:

 

"Cizre'de Ne Oldu? Katliam, Tanıklıklar ve Yeniden İnşaa."

 

Özgürlükçü Hukukçular Derneği ile HDK Mimarlar Mühendisler Şehir Plancıları Meclisi tarafından ortaklaşa düzenlenen toplantının sürprizi ise HDP'nin Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız'la yapılan canlı bağlantıydı.

 

Avrupa'da bulunan Sarıyıldız aylarca bombalanan evleri, topa tutulan mahalleleri terk etmeyerek Cizre'de yaşanan vahşetin bütün boyutlarına tanık olmuştu. Yakılan, yıkılan kentte neler yaşandığını anlatıyordu Sarıyıldız:

 

"Cizre'de en son 79 gün, her saati insanlığa karşı suçlarla dolu bir süreç yaşandı. Tüm dünyanın gözü önünde 259 insan katledildi. Bunların yüzde 50'den fazlası yakılarak katledildi. Bu insanların içinde 50 üniversite öğrencisi vardı. Sokağa çıkma yasakları, kuşatmalar başlamadan önce canlı kalkan olmak için Cizre'ye gelmişlerdi. Romantik devrimcilerdi. 'Olacakların belki önüne geçeriz' diye düşünmüşlerdi. Bizim çocuklarımızın cenazeleri parça halinde hafriyatlarla molozlarla dere kenarına döküldü. Bilinçli bir şekilde bu ülkeyi bir iç savaşa sürüklüyorlar. Çünkü bir halk patlama noktasına getirildi. Yaklaşık 40 gündür Avrupa'da sekizden fazla ülkede halkımızla, sol ve sosyalist çevrelerle, hükümetlerle bir araya geliyoruz. Cizre'de görünmeye tahribat da var. Çatışma bittikten sonra beş altı kişi intihar etti. 50'ye yakın insan ruh sağlığını yitirdi."

 

 

Avukat Arın Gül Yeniaras'ın moderatörlüğünü yaptığı panelde ilk konuşan Avukat İlyas Tarım'a göre Cizre'de insanlığa karşı suç işlenmişti:

 

"Bugün yaşadıklarımız 1990'ları aşan, 1915'leri, 1930'ları, 38'leri anımsatan bir boyuttaydı. Burada dikkatlerden kaçan bir husus var. Her ne kadar iktidarda AKP de olsa bunun bir devlet refleksi olduğunu görmek gerekiyor. Bir araya gelemeyecek insanlar 'Kürt düşmanlığı' üzerinden buluşmuş.  Bu operasyonlar iddia edildiği gibi silahlı gruplara karşı yürütülmedi. Direkt halkı hedef aldı.  İlk sokağa çıkma yasağında güvenlik güçleri direkt insanların klimalarına ve su depolarına yönelik atışlar yaptılar. İnsanları susuz bırakıp o sıcakta evin içine hapsetmişti güvenlik güçleri. Her yönüyle katliam oldu, insan hakları ayaklar altına  alındı. Yapmış oldukları bütün cürümler, insanlığa karşı suçlar katagorisinde değerlendirilecek fiiller ve eylemlerdir. Biz daha 1990'lı yılların hesabını sormadan yenileriyle karşı karşıya kaldık."

 

Büyük oğlunun cenazesini ararken hastane morgunda küçük oğlunun cenazesiyle karşılaşan acılı bir babanın öyküsünü, Cizre'de 10 bin evin hasar gördüğünü, operasyonlar bittikten sonra hasar görmeyen evlerin de bu süreçte yıkıldığını, şu an savcılık soruşturmalarında kime ait olduğu belli olmayan sahipsiz 59 cenazenin varlığından söz ediyor Avukat Tarım.

 

Prof. Dr. Ümit Biçer Bosna'da ve Filistin'de görev yapmış bir adli tıp uzmanı. Paneldeki konuşmasında Cizre'deki tanıklıklarını Bosna ve Filistin'de gördükleriyle karşılaştırıyor.

 

"Filistin'de bir semte götürdüler bizi. Bir noktada durduk. 'Semt nerede' diye sorduğumuzda üzerinde durduğumuz dümdüz araziyi gösterdiler 'İşte burası' diye. Cizre'de de insanların öldürüldüğü ilk bodrumda değerlendirmeleri tamamladıktan sonra ikinci bodruma gittiğimde 'Neresi' dedim. 'Ayağınızın altında bulunan yerler' karşılığını verdiler. 'Nasıl yani' dedim. Gördüğüm dümdüz bir araziydi. Bir yandan mezarlarlıklar yok edilmeye başlandı. Aslında mezarsız bırakma bu ülkenin genetik kodu olmuş durumda. Bodrumlarda yaşananlar bir katliama işaret etmektedir. Bunların hepsinin aydınlatılmaya ihtiyacı var. Arazilerin yok edilme şekli ve sonrasındaki siyasi iktidarın açıklamalarından, orada bir insansızlaştırma, bir mezarsızlaştırma gibi farklı bir amaca dönüştüğünü düşünüyorum sürecin."

 

(Cizre'de Ne Oldu Paneli'ne Prof. Dr. Ümit Biçer (TİHV), Av. İlyas Tarım (Mezopotamya Hukukçular Derneği), Herdem Doğrul (Diyarbakır Mimarlar Odası), Av. Arın Gül Yeniaras (Moderatör), Fidan Kanlıbaş (Rojava Yardımlaşma Derneği), Refik Tekin (Gazeteci) katıldı)

 

 

ERMENİLER: 1915 HİÇ BİTMEDİ

 

Sadece Cizre'de değil, benzer dramlar, yıkımlar, ölümler Kürdistan coğrafyasının birçok kentinde yaşanıyor; Sur'da, Yüksekova'da, Nusaybin'de, Şırnak'ta, İdil'de, Silopi'de...

 

 

Özellikle Sur'da artık mesele neredeyse 1915'te Ermenilere yapılan "tehcir"in, bugün kentin Kürt nüfusuna uygulanması gündeme geliyor.

 

Sur'da altı ayı aşkın bir süre önce ilan edildi sokağa çıkma yasağı. İki aydan fazla bir zamandır hendekler kalmadı, barikatlar yıkıldı, çatışmalar sona erdi. Devlet de operasyonun bittiğini açıkladı. Ancak hala Sur'un üç mahallesinde sokağa çıkma yasağı sürüyor. Hala kentte yıkımlar yapılıyor.

 

Sur'da yaşayanlar için evlerine dönmeleri yerine Diyarbakır'ın başka ilçelerini, Türkiye'nin başka kentlerini işaret ediyor devlet.

 

Bu süreçte belki de en ilginç saptamalardan birini Mezopotamya Ermenileri Derneği Başkanı Arat Karagözyan yapıyor.

 

Başkanı olduğu derneğe ait belgeler altı aydan fazladır yasaklı olan mahallede kalmış.

 

Dernekle ilgili beyannameyi verebilmek için Valiliğin özel izniyle giriyor derneğin olduğu bölgeye.

 

Gördükleri karşısında dehşete kapılıyor Karagözyan:

 

"Binamız gitmiş. Bütün özel eşyalarımız gitmiş. Hiçbir şeyimiz kalmamış. Taşımız bile gitmiş. Taşımız bile yok edilmiş. 1915'te neyse bugün de o! 1915'te her şey talan olmuştu. Hala daha köyde dedelerimizden kalan tapulu tarlalarımızı bile süremiyoruz. Başkaları sürüyor. 1915'te bütün mallarımız mülklerimiz nasıl peşkeş çekildiyse şimdi de onu yaşıyoruz."

 

 

Bir İmroz sergisinden Rumların yaşadıklarına, bir panelden Cizre'deki vahşete, bir Ermeni'nin yaşadıklarından Sur'daki yıkıma kadar uzandık.

 

Aslında bu İttihat ve Terakki'den başlayıp Cumhuriyet'in ilk yıllarından bugünkü AKP iktidarına kadar 101 yıldır temel hiçbir değişikliğe uğramayan bir yaşanmışlık öyküsü.

 

Aynen Sur'un halini, kilisesini, derneğinin binasını gördükten sonra Arat Karagözyan'ın söylediği gibi:

 

"1915'te neyse, bugün de o!"

 

CELAL BAŞLANGIÇ | HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar