Sezin ÖNEY
2007’de yaşanan muhtıra süreci Türkiye’de yeni bir muhalif düşüncenin doğuşunu tetiklemişti. O zamanki dinamikler, bugüne gelinceye kadar değişti. Zaten, Türkiye kadar dinamik bir ülkede, muhalif düşünce kendini sıklıkla yinelemezse, çok kısa bir zaman zarfında eskiyor. Mesela “ulusalcılık” da, aslında çok eskiden epriyen bir muhalif nüvenin, geçmiş çizgisinde kendini dondurmasından ibaret.
Her muhaliflik, illa ki yapıcı sonuçlar üretecek diye de bir şart yok tabii. Kesin olan bir şey varsa, kendini zamanın bir noktasına çakan düşüncelerin sonu hep, tarihin çöp tenekesi.
2007’de, her ne siyasi düşüncede olursa olsun, farklı kesimleri bir araya toplayan, “Muhtıraya karşı nasıl tavır alıyorum” sorusuna verilen, “Karşıyım” yanıtıydı. 2011’e gelindiğinde, bu soru artık geçerli değil. Özellikle de, Muhtıra’nın oluşturduğu dönüm noktasından sonra, Türkiye’nin siyasi kültürüne gerçek manada değişim fırsatı sunan Ergenekon davasının giderek toplumdan kopan bir çizgi izlemesi nedeniyle...
Türkiye’nin, bu davada, hukuk devleti kavramını demokrasinin parametreleri çerçevesinde yeniden tanımlayamaması, siyasetinin geleceğini, son yirmi yılın İtalya’sına benzer bir boğucu kısırdöngüye mahkûm etmesine neden oldu.
Tahminlerimin yanlış çıkmasını ve bir 10 yıl sonra, “Amma da atmışsın” denmesini çok isterim ama kanımca, Türkiye’de bundan sonra tanık olacağımız, Avrupa’dakine benzer şekilde aşırı sağ söylemin yükselmesi olacak. Bir aşırı sağ parti ortaya çıkmayabilir ama bütün merkez partilerin, aşırı sağ söylemde kümelenmesi, “Biz Anadolu olarak bir mutluluk yumağıyız, toplumda farklı kesimler arasında bir anlaşmazlık yok” söylemlerini tamamen çürütecek gelişmelerin, hâlihazırda zaten yaşanmaktan olan sertlik seviyesini daha da yükselteceğini düşünüyorum.
Bu nedenle, yeni siyasi yol ayrımı, “Var olan siyasi partilerin politik söylemlerinin üzerine çıkıp, taraf gözetmeden, insan hakları eksenli siyaseti savunabiliyor muyum” sorusu üzerinden olacak.
Elbette bu soru, yanıtlaması daha zor bir soru, 2007’de karşımıza çıkanıyla kıyaslandığında...
Bu nedenle de, bir kez daha hiç beklenmedik yol ayrımlarına, farklı kutupların, farkına bile varmadan, ortaklaştığına tanık olacağız.
Kim derdi ki, 1990’ların İtalya’sında, Gladio ile ‘hesaplaşılır’, Temiz Eller davası ile yolsuzluk ‘tarih olurken’; bundan bir 10-15 yıl sonra sağ, sol partiler, ayrımsız olarak sıkıyönetim kanunlarını destekleyecekler, askere sokağa çıkma yetkisini büyük bir hevesle verecekler, ‘halk’ üniformalar kuşanıp ‘temiz toplum’ için devriye gezmeye başlayacak, savunmasız insanların sefalet içinde yaşadığı çadırlar ateşe verilecek?
Ama bunlar, aynen yaşandı işte...
Avrupa Roman Hakları Merkezi’nin (ERRC) açtığı bir dava olmasa, bugün İtalya’da hâlâ, 2008’de yasalaşan sıkıyönetim kanunları yürürlükte olacaktı.
Berlusconi hükümeti, “Romanlar, ülkede işlenen suçların büyük çoğunluğunun sorumlusudur” iddiasından hareketle, “Göçer” olarak adlandırdıkları Çingenelere karşı sıkıyönetim ilan edilmesine önayak olmuştu. Bu çerçevede;
– Ülkede yaşayan vatandaş olan olmayan tüm Roman nüfusu takibe alınmış,
– Parmak izlerinden bir veri bankası oluşturulmuş, her biri fişlenmiş,
– Sayıları 170 bin olduğu tesbit edilen Romanların, birçoğunun evleri aranmış, binlercesi evlerinden kapı dışarı edilmiş,
– Bir kısmı, polisler ve jandarma tarafından sıkı kontrol altında tutulan kamplarda ikâmete zorlanmıştı.
Bu liste daha da uzuyor; ama şunu vurgulayalım. Bazen, ‘merkez’ hükümetlerin yaptıkları, aşırılıklarını alenen ortaya koyan siyasi hareketlerinkinden de beter oluyor. Berlusconi’nin bu politikaları, o dönem koalisyon ortağı olan faşist partinin devamı niteliğindeki hareketin lideri Gianfranco Fini tarafından, “Tek etnisitenin hâkim olduğu bir İtalya yaratmaya çalışmak felaket olur” diye yorumlanmıştı. Ancak, merkez sağ ve sol, birbirinden nefret eden bu iki siyasi kutbu İtalya’nın, ortaklaşarak tam da bunu hedefledi işte...
Kürt sorununu çözememiş, abuk sabuk günlük siyasi didişmelerle gerçek problemleri çözmeyi hep erteleyip, siyaseten günü kurtarmaktan başka bir şey yapmamış bir Türkiye’nin durumu, bundan 10 yıl sonra ne olur acaba?
Benzer bir senaryo Türkiye’de yaşansa, uluslararası bir insan hakları örgütünün açtığı bir dava, herhalde “dış güçlerin komplosu” nitelemesiyle, olarak mahkemelerin kapısından dosya olarak bile giremez herhalde...
Öğrendikçe öğrendiğim...
Ne kadar cahil olduğum olsa olsa... Ne var ki, ‘tarihî gerçek’ diye ortaya atılan o kadar saçmalık var ki, bu konuda bir ciddiyet sergilemesi gereken televizyon kanallarında bile...
Sadece bir örnek; geçen gün, Ahmet Hakan’ın Hüseyin Aygün ile konuştuğu, son derece başarılı programa, bir izleyici “Tam Dersim olayları yaşandığını söylediğiniz zaman, 1938’de UNESCO, insan haklarına olan saygısından ötürü, o seneyi Atatürk yılı ilan etmişti” mealinde bir yorum yollamıştı. Bu yorum aynen okundu, tartışıldı; oysa UNESCO, 1946’da ilk toplantısını yapmıştı. Ahmet Hakan veya Hüseyin Aygün illa her tarihi bilmek zorunda değil, hele Aygün zaten tarihin belli bir alanında zaten takdir gerektiren bir uzmanlık edinmiş ama haber programlarında, ekranların gerisinde duruma müdahale edebilecek görevli birileri bulunsa keşke...
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUBir hegemonya diyarı olarak Türkiye… 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANCHP operasyonlarında yeni eşik 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Yargıya güvenin’ 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUABD Büyükelçisi bir şeyler söylüyor da, ne diyor? 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRCHP'YE YAPILAN OPERASYONLARA KARŞI NE YAPMALI? 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBahçeli’nin jeopolitik sorumluluğu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBenimki bir valiz hikayesi… 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİklim adıyla sınai kirletmenin ticareti 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞYangınlar yeniden başladı, Orman Bakanı ne yapacak ve George Orwell 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKafkasya ötesinde kanlı satranç 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciŞimşek görmüyor mu? 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Kürt Sorununda atılacak ‘hayal gibi’ 9 adım…” 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSıcak bir yaz, serin bir sonbahar ve belirsiz bir kış 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİİnsan yerin yüzüdür 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanÜç liderin 12 Gün Savaşı’nda karşılaştırmalı performansı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti, kendi eseri olan bu Türkiye fotoğrafına daha dikkatli bakmalı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAToplumsal Muhalefetten Demokratik Topluma: Halkların, İnançların ve Özgürlük Güçlerinin Birleşik Müc 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞELLİ MİLYAR DOLAR DÜNYADAKİ AÇLIĞI ÇÖZÜYOR… 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye, sıcak savaşlara evrilen küresel paylaşım savaşının hem sahnesi hem öznesi 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024
20.05.2024