Hasan Bülent KAHRAMAN
Son zamanlarda üstünde çok konuşulan bir konu, orta sağda yeni bir partinin oluşumu. Öyle anlaşılıyor ki, son seçimlerde, eski tabirle, artık büsbütün ‘buçuk parti’ durumuna düşmüş partiler bir araya gelecekler, kendisine yeni bir yol arayan, son dönemlerdeki Türk siyasetinin en büyük hatalarından biri olan İyi Parti ile birleşecekler, bazı siyasi mühendisliklerle ortaya yeni bir sağ, orta sağda bir parti çıkaracaklar. Türkiye gibi ülkelerde de çok daha gelişmiş olduğunu düşündüğümüz ABD gibi ülkelerde de siyasetin şekillendirilmesi bazı siyaset dışı güçlerle ilişkili olduğundan ve bu yargı bir komplo teorisinin çok ötesinde bir gerçek niteliği taşıdığından herhalde bazı eller bazı denklemleri kuruyordur. İşin beni ilgilendiren yanı da o noktada başlıyor: Türkiye’de gerçek bir orta sağ partiye ihtiyaç var mı, varsa bu ihtiyacın anlamı nedir?
DP’yi Türk siyasi hayatında başlı başına bir kutba çeviren dört unsurdan söz etmek gerekir. … Diğer önemli tarihsel vaka DP’nin kurulmasını sağlayan temel çıkıştır: Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu.
DP’nin parametreleri, Türk sağının kurucu ve kalıcı unsurları
1950 sonrası Türk siyasal ortamını değerlendiren birçok kitap yazıldı. Onlardan birini de ben yazdım, Türk Siyasetinin Yapısal Analizi. Tamamen kuramsal birinci cilt bir yana, ikinci ciltte Demokrat Parti dönemini, o partinin niteliğiyle birlikte ele aldım. Hemen belirteyim ki, kim ne söylerse söylesin ve bilmiş bir edayla kestirmeden nasıl tanımlarsa tanımlasın DP, anlaşılması, nitelendirilmesi, çözümlenmesi çok zor bir parti. Amerikalıların tabiriyle DP’yi catch-all parti diye görmek de mümkün, CHP’nin biraz daha liberal bir seçeneği olarak görmek de. (İşin ilginç yanı kurucular yaptıkları ilk toplantıda DP’yi, ‘CHP’nin iki parmak solunda’ diye tanımlıyordu ve dönemin sol dergileri yeni kurulan partiyi destekliyordu.
En çarpıcı olanı o sıralarda Türkiye’nin en sol gazetesi olan Tan’ı çıkaranZekeriya Sertel’le Menderes ve Bayar’ın iş birliği yapmasıdır. Yeni kurulan parti, Pertev Naili Boratav’ın, Sabahattin Ali’nin, Esat Adil’in, Aziz Nesin’in, Behice Boran’ın, Niyazi, Berkes’in yazacağı Görüşler dergisini Zekeriya Sertel’le birlikte çıkaracaktır. Menderes’in yanında Celal Bayar vardır ve aynı Bayar 1938’de Zekeriya Sertel’in Tan gazetesini üç ay süreyle kapattırmıştı. 1945’teki yakınlaşma bir oportünizm midir başka bir ideolojik gerçeklik içermekte midir sorusu henüz yeterince aydınlatılmamıştır.)
DP’yi Türk siyasi hayatında başlı başına bir kutba çeviren dört unsurdan söz etmek gerekir. Birincisi, DP kuşkusuz 1923-1945 arasındaki baskıya ve tek-parti diktasına karşı toplumsal bir tepkiydi. Oysa 1945-1950 arası o dikta anlayışı bakımından daha da zorlu geçecekti. İkincisi, DP, 1950’de, diğer nedenlerden çok daha etkili bir nedenden ötürü iş başına gelmişti. Zamanında eski Dışişleri Bakanı Prof. Turan Güneş’in de saptadığı üzere ‘genel oy’ ilkesi nedeniyle ve o güne kadar gelen ‘açık oy gizli sayım’ yöntemini tersine çeviren ‘gizli oy açık sayım’ kuralınca, bir de CHP’nin kendi çıkarları için hazırladığı çoğunluk sistemi sonucunda iş başına geldi. Üç, O tarihte DP’nin ideolojisi neydi diye sorulursa sert, somut, katı bir yanıt vermek çok güç olur. DP, diktaya ve tek parti yönetimine karşılık ‘hür teşebbüs’ü savunan ve daha ziyade çok partili sistemi söz konusu eden, karma ekonomiye karşı çıkmayan bir partiydi. CHP ilkeleriyle hiçbir çelişkisi yoktu. Kadroları, Atatürk döneminde CHP ile bütünleşmiş kadrolardı. (Bizzat Menderes’i Serbest Fırka günlerinden sonra Atatürk parlamentoya taşımıştı.)
Dördüncüsü karmaşık bir konu. ‘Yukarıdaki’ bu DP’ye karşılık ‘aşağıda’ yani tabanda DP’yi belirleyen iki önemli olgu vardı. Önce, DP, CHP döneminde Türkçe okutulan ezanın yeniden Arapça okutulmasına izin vermişti. Bayar’ın CB olarak reddetmediği Parlamento kararı bu dönüşümü sağlarken, tabanda yer alan Müslüman, mütedeyyin çevreler kendilerine sığınacak liman olarak DP’yi görmüştü. Bu beklenmeyen bir hamleydi. Keza, DP’nin Halk Evlerini kapatması da CHP ile bağlarını atan diğer önemli olguydu. Aynı çevreler bu iki hamleyle DP’yi kendilerinin saymaya başlamıştı ki, bu tutumun önceden tasarlandığını söylemek çok güçtür.
Diğer önemli tarihsel vaka DP’nin kurulmasını sağlayan temel çıkıştır: Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu. CHP’nin 1929-1945 arasında birçok nedenle ayrı ayrı oluşumlar içinde ezdikçe ezdiği, dışladığı küçük köylülükle barışmak üzere getirdiği o teklife büyük toprak çevreleri karşı çıkınca, o çevre, büyük toprak ağaları çevresi, DP’nin CHP içinde şekillenen doğal tabanı oldu. Geçerken söyleyeyim, ne öyle bir kanuna konjonktür, strateji ve politika olarak zorunluluk vardı ne de CHP ilk tepkileri alınca uzlaşma yoluna gitti. CHP o işi çok daha farklı bir yaklaşımla halledebilirdi. Beklemediği tepkiyi görünce tek parti anlayışının dediğim dedikçi tutumuyla hareket etmesi parti içindeki büyük burjuvaziyi ayrı çözümler aramaya itti.
‘Solun panzehiri’ olarak görülen dinsel çıkışlar da dahil olmak üzere her türlü geleneksel yaklaşımla ittifak edilirken 1945-50 arasındaki büyük sol kırımına yol açan (DTCF’deki olaylar o kırımın somutlaşmasıdır) geleneksel CHP/devlet ideolojisi var gücüyle sürdürülmüştür. Ve DP eliyle sürdürülmüştür. Böylelikle sol/culuk düşmanlığı CHP’ye ait olmasına rağmen DP’ye oradan da Türk sağına intikal etmiştir.
Ardından başka bir mesele geldi. DP, 1950’ye kadar demokrasi vurgularıyla iş başına gelince, aslında CHP için hazırlanmış Marshall Planının olanaklarını köylülük için kullandı. Kısa sürede tarım ve sanayi gelişmesi, merkantilizmi hazırlayacak yol şebekesinin yapılması, üretimi artıracak sulama sistemlerinin, barajların devreye girmesiyle nispi refaha eren köylü DP’nin adeta doğal tabanını oluşturdu. DP artık bir yandan büyük toprak mülkiyetinin tarım sanayine, cılız tarım endüstrisinin taşra burjuvazisine dönüşmesine öncülük ederken, çıkarları onunla taban tabana zıt olabilecek küçük köylülüğü de ana dayanağı yapabildi. Ama 1950-60 arasındaki büyük altyapı dönüşümü sahibi olan partiyi iktidarda tutacaktı, bu kaçınılmazdı.
DP’nin ideolojisi sadece bu kesitte teşekkül etmiyor. Türkiye’nin daha sonraki ekonomi-politiğini de sosyo-kültürel ve sosyo-politik yapısını da tayin edecek olan Amerika-NATO ilişkisi ve git gide yoğunlaşan Soğuk Savaş, bu partinin ekonomik temelde muğlak olan ideolojisini, 1951 tevkifatıyla birlikte CHP’nin dolayısıyla hâkim devlet ideolojisinin geleneksel sol karşıtı anlayışıyla bütünleştirmiştir.
‘Solun panzehiri’ olarak görülen dinsel çıkışlar da dahil olmak üzere her türlü geleneksel yaklaşımla ittifak edilirken 1945-50 arasındaki büyük sol kırımına yol açan (DTCF’deki olaylar o kırımın somutlaşmasıdır) geleneksel CHP/devlet ideolojisi var gücüyle sürdürülmüştür. Ve DP eliyle sürdürülmüştür. Böylelikle sol/culuk düşmanlığı CHP’ye ait olmasına rağmen DP’ye oradan da Türk sağına intikal etmiştir. 1951’de Nazım Hikmet’in yurt dışına çıkışıyla başlayan dönem 1960’a kadar devam etmiştir.
1983’te ortaya çıkan ve daha çok AP’de yetişmiş kadroların hazırladığı parti yani ANAP, öncülünün (AP’nin) küçük köylülük ve taşra burjuvazisi üstünden geliştirdiği politikalara dönük bir iç tepkiyi yansıtıyordu. ANAP’ın ana iddiası dört diyordu ama esasen üç sağ ideolojiyi (laik, dinci, ırkçı) bünyesinde barındırmasıydı.
DP’den ANAP’a, yeni sağ
Bu çerçeve Türkiye’deki geleneksel sağ siyaseti tanımlamaya yeter. Öbür taraftan, Türkiye’de sol siyasetin ideolojik arayışlarına mukabil sağ siyasetin benzeri bir eğilimi olmamıştır. Sağ siyaset kendisini daima bir pragma bir praksis içinde tanımlamıştır. Son derecede önemli bir unsurdur bu ve sağcılık dendiğinde akla gelen üç büyük alandan söz edilebilir. Birincisi, kalkınmacılıktır. DP döneminin ABD’den gelen yardımlarıyla başlayan bu sürecin küçük köylülük üstündeki etkisi görüldükten sonra kalkınmacılık özellikle izleyen AP dönemlerinde vazgeçilmeyen ve o kitleyi yedekte tutmaya yarayan ütopist bir yaklaşımdır.
İkinci unsur dindir. Sağ siyasetin evrensel diyebileceğimiz dokusuna uygun olarak o kanadın Türkiye’deki ideolojik tercihi dindarlıktan yanadır. Üçüncü alan daha çok 1939-1945 arasında gelişen ırkçı/milliyetçi, elbette şoven yaklaşım 1968 dolaylarında Soğuk Savaşın kızışmasıyla birlikte başlı başına ideolojik bir nitelik kazanarak, merkez sağ partilerin dayanağı haline gelmiştir. Böylece ortaya temel Atatürkçü değerlerle barışık, Batıcı ve laiklik konusunda sorunu olmayan merkez/orta sağ ile onun iki yedeği olan dinci ve ırkçı sağ çıkmıştır. Dinci sağın merkez sağın ifade ettiğinden çok daha katı ve ödünsüz şekilde dile getirdiği anti-emperyalist yani anti-Batıcı kalkınmacılık ütopyasına mukabil ırkçı sağın bu anlayışla uzaktan yakından ilgisi olmamıştır.
Burada ilginç olan orta sağ bir parti olarak ANAP ve getirdiği temel çelişkidir. 1983’te ortaya çıkan ve daha çok AP’de yetişmiş kadroların hazırladığı parti yani ANAP, öncülünün (AP’nin) küçük köylülük ve taşra burjuvazisi üstünden geliştirdiği politikalara dönük bir iç tepkiyi yansıtıyordu. ANAP’ın ana iddiası dört diyordu ama esasen üç sağ ideolojiyi (laik, dinci, ırkçı) bünyesinde barındırmasıydı.
Dördüncüsü solculuktu. Bazı eski solcuların ANAP kadrolarına yerleşmesi dışında ANAP’ın elbette solla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Bunu da dönemin (1980’lerin) ruhuna uygun şekilde ‘ideolojilerin sonu’ kavramıyla açıklıyordu. O boş iddia bir yana, kritik noktayı bizdeki sağın temel çelişkisi meydana getiriyordu. ANAP, yine dönemin ruhuna uygun şekilde ‘liberal’ tezleri savunan bir parti olduğu iddiasındaydı. Daha doğrusu ‘liberalizmi’ benimsemişti. Bunu Yeni sağ ve neo-liberal politikalar diye ikiye ayırmak gerek.
Sonuç olarak 24 Ocak kararları kontrol ekonomisini devre dışı bırakırken geleneksel liberal ekonominin tanımladığı ‘minimal devlet’ anlayışının iç çelişkilerine doğru açılıyordu.
Yeni Sağ, Amerika’da icat edilmiş bir kavramdı ve doğal olarak muhafazakarlığın yeni modelini inşa ediyordu. Tartışılacak bir şey yoktu. Özellikle Amerika, 1968-1980 arasındaki sol açılımı Reagan döneminin getirdiği, büyük ölçüde AIDS salgının etkisi altında vurgulanan aile, tek eşlilik, sadakat, yurtseverlik gibi kavramlarla Yeni Sağı canlandırıyordu. Neo-liberalizm ise 1979’da Thatcher’la başlamıştı ve Amerika’yı da Avrupa’yı da Hayek-Friedman ekonomik modelleriyle etkisi altına almıştı. Geleneksel liberal kuramların, özellikle Adam Smith’in ‘görünmez el’ ve ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ anlayışı devletçi politikaların aşılmasını amaçlıyordu. Sihirli, büyülü sözcük ‘serbest piyasa’ (ekonomisi) idi.
Buraya kadar sorun yoktu, varsa da kendi içindeydi. Demirel, 1980 darbesi öncesindeki dönemde Özal’ın yönlendiriciliğiyle ‘serbest ekonomi’ yönünde 24 Ocak 1980 kararlarını alırken 1977-80 arasında Ecevit hükümetinin yaşadığı muazzam ekonomik çöküşün müsebbibi olan İstanbul burjuvazisine ve sanayi burjuvazisine verdiği sözü yerine getiriyordu. Özal, Demirel 1950’lerden beri Özal’ın ‘ağabeyi’ydi ve onu 24 Ocak politikalarını hazırlaması için devletteki görevlerine patronların sendikası olan MESS Başkanlığından getiriyordu. (O kadar patronlar kulübüydi ki, işçiler sokakta ‘DGM’ye (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) kapattık sıra MESS’te diye bağırıyordu.) Oraya da Sabancı Holding koordinatörlüğünden geçmişti. Sonuç olarak 24 Ocak kararları kontrol ekonomisini devre dışı bırakırken geleneksel liberal ekonominin tanımladığı ‘minimal devlet’ anlayışının iç çelişkilerine doğru açılıyordu.
Çelişki, minimal olması gereken devletin gücü ve etkinliği hem kaynak dağılımı ve servet transferi konularında hiç görülmedik ölçüde müdahaleci olması (Demirel’in bir arazinin zamanın Tercüman Gazetesi'nin sahibi Kemal Ilıcak’a verilmesi verilmesi hakkında ‘verdimse ben verdim’ demesi hala çarpıcıdır) hem Yeni Sağ politikalar bağlamında ve 12 Eylül anayasasının tesiri altında yüceltilmesi hem de büsbütün tayin edici roller üstlenmesiyle yaşanıyordu. Kısacası ekonomik liberalizmi hiç desteklemeyen bir ‘güçlü devlet’ söylemi söz konusuydu ve bu anlayış Türk sağının daima fetişleştirdiği ‘devlet ebet müebbet’ anlayışıyla iç içe geçmişti. Ne var ki, o anlayış Türk sağının Özal gibi ilginç bir kişiliğin hakimiyetinde dahi gerçek bir liberal dönüşüm yaşamasını engelleyen en önemli çelişkisidir.
Özal dönemi kentli, Batılı kılıf içindeki son sağ hamledir ve bu hamle DP-AP ekseninde kurulmuş muhafazakârlık-kırsal alan ilişkisinin eksik kalmış dönüştürümüdür. Bununla birlikte ANAP dönemi gerek Kürtçülük politikasında gerekse uluslararası ilişkilerde ve dış politikada ortaya koyduğu hamlelerle Kemalizmin bir versiyonu olarak görülebilecek sağ anlayıştan ciddi bir kopuşu temsil eder.
Yine de ANAP’ın Türk sağına önemli ve özgül bir katkıda bulunduğunu saptamak gerekir. Özal, Türk sağında ‘Müslümanlığı’ ilk kez şehirli yapan kişidir. Kırsal alan hâkim kültürünün en önemli parametresi olan Müslümanlık, Özal’la birlikte şehir/li yaşantısının bir parçası haline gelmiş, Müslümanlık Batılı/laik yaşam tarzının da içerebileceği, kapsayabileceği, soğurabileceği bir unsur olarak görülmeye başlanmıştır. Özal’ın ‘din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, girişim özgürlüğü’ olarak özetlediği sağ yaklaşım esasen muhafazakarlık kavramına da meşruiyet ve yine kentlilik kazandırıyordu. O dönemin, bugün de muhafazakârlık-Anadolu-kent ilişkisi açısından ek yorumlara gösterdiği büyük bir ihtiyaç söz konusudur.
Kısacası, Özal dönemi kentli, Batılı kılıf içindeki son sağ hamledir ve bu hamle DP-AP ekseninde kurulmuş muhafazakârlık-kırsal alan ilişkisinin eksik kalmış dönüştürümüdür. Bununla birlikte ANAP dönemi gerek Kürtçülük politikasında gerekse uluslararası ilişkilerde ve dış politikada ortaya koyduğu hamlelerle Kemalizmin bir versiyonu olarak görülebilecek sağ anlayıştan ciddi bir kopuşu temsil eder. Hatta Sovyetik bir model olarak görülebilecek Kemalizmle ilk ve derin hesaplaşmanın temsilcisi ve ondan kopuşun odağı da yine ANAP’tır.
Başka bir şekilde ifade edersek Özal’ın açılımı esasen bürokratik vesayeti ortadan kaldırmaya dönüktü. Bunu çok bilinçli şekilde yapmıyordu. Orada da pragmatik davranıyordu. Yaklaşımı sistematik değildi ama ‘sistemikti’. Asker-sivil vesayetin bürokratik açılımlarını kırmak için konjonktür Özal’a yardımcı olmuştur. Yeni teknolojik atılım, iletişim teknolojisindeki dönüşüm ve gelişme, erken dönem küreselleşme arayışı Özal’ın katı, dar kesimli, içine kapalı, sağdan da gelse seçkinci vesayetle iç içe geçmiş devlet anlayışına tepki göstermesinde etkendi. O arada bizzat şahsiyet olarak Özal çok önemli bir nitelik taşıyordu. Menderes ve Demirel’den sonra gelen kitlesel sağ siyasetin lideriydi ve dindarlığı itibariyle çok ilginç bir özelliğin de son halkasıydı. Demirel Menderes’e göre, Özal da Demirel’e göre daha dindardı. (Erdoğan hepsinden daha dindar olacaktı.) Cumhuriyet ideolojisi içinde şekillenmiş bu liderlerin inanç grafiği o ideolojinin boyutları hakkında da bir fikir vermektedir.
Demirel ve Özal’ın görüşlerinin hazırlanmasında biraz da gördükleri Amerika’nın tesiri vardı. Çok somut ve zorlayıcı bir koşuldan söz ediyorum. … Belki daha liberal düşünceyi içtenlikle benimsemişlerdi ama onun felsefi temelleri hakkında bilgi sahibi değillerdi. Oysa siyasal bilincin ne kadar etkili olabileceği Türkiye’de Ecevit örneğinden anlaşılabilir.
ANAP hamlelerinde eksik kalmıştır dedim. Nedeni çok açık: Özal diğerleriyle mukayese edilmeyecek kadar geniş vizyonuna ve Türkiye’nin Batı ve güncel teknolojiyle entegrasyonundaki yaratıcılığına rağmen ne Demirel kadar yatırımcı bir kişilikti ne de getirdiği görüşleri toplumsallaştıracak ‘kültür’ birikimi vardı. ‘Kültür birikimi’ kısıtlaması tüm sağ liderler için geçerlidir. En büyük kısıtı, yetersizliği, çaresizliği ise kent burjuvazisinin henüz onu taşıyacak kapasitede olmamasıydı. (Sonradan Cem Boyner yeni bir ANAP/Özal modeli olarak kaçan kuşa ökse kurmaya çalışacaktı. Yeni Demokrasi Hareketi bütünüyle bir Özal ‘restorasyonuydu’, Özal’ın yarım kaldığı düşünülen hamlesini daha ileri taşıma girişimiydi.)
Daha ileri gitmeden çok önemli gördüğüm şu ‘kültür birikimi’ konusuna değinmeliyim. Sağ liderlerin tamamı meselelerini ve iddialarını sağa ait bazı parametreleri kabul dışında tamamen ‘yol boyunca’ oluşturmuştur. Tüm liderler önce kavramları sonra çözümleri el yordamıyla, sezgileri, zekâları ve yolda ilerlerken, Türk sağının kendisine özgü pragmatizmiyle buluyordu. Demirel ve Özal’ın görüşlerinin hazırlanmasında biraz da gördükleri Amerika’nın tesiri vardı. Çok somut ve zorlayıcı bir koşuldan söz ediyorum. Örneğin 1965’in Demirel’i için Anayasa Mahkemesi, ve kendi ifadesiyle ‘taylar’ (Danıştay, Yargıtay, Sayıştay) ayak bağıydı, askeri darbeyle devrilen Şili lideri Allende için ‘eyi gitti eyi’ diyebilecekti. Belki daha liberal düşünceyi içtenlikle benimsemişlerdi ama onun felsefi temelleri hakkında bilgi sahibi değillerdi. Oysa siyasal bilincin ne kadar etkili olabileceği Türkiye’de Ecevit örneğinden anlaşılabilir.
Böylece 1990’larla başlayan ama bilhassa 2000’lerde şekillenen bir hareket içinde, toplumunun sınıf ve ekonomi yapısı ancak 1950’lerle mukayese edilecek düzeyde değişmiştir. Ortaya birbirinden farklı üç temel dürtü çıkmıştır. Bunlar kültürel, ekonomik ve sosyolojik dürtülerdir.
Akpartinin zemini ve sahnesi: kültürden sosyolojiye
ANAP’ın ardından gelen AKP’ye onu hazırlayan bunalımlı 1990’lara şimdi geriye dönüp bakınca insan bütün o çalkantıların çok önemli, çok ciddi bir toplumsal dönüşüm ihtiyacının dışa vurumu olduğunu görüyor. Şaşırtıcı gelebilir ama daha önce Türk Sağı ve AKP isimli kitabımda uzun uzun tartıştığım gibi Akpartinin belirmesi, işlev kazanması yarım kalmış üç projenin tamamlanmasıydı.
Söz konusu üç projeden biri ve önemlisi kırsal alan nüfusunun kente göçürülmesi, devletten nispeten bağımsızlaşmış Anadolu sermayesinin devlet tarafından desteklenmesi veya devletle kaynaştırılması ya da devlete nüfuzunun sağlanmasıdır. Tüm bunların geleneksel sağ politikaların aracı ve meşrulaştırıcı unsuru olan yatırım, büyüme, kalkınma politikalarıyla desteklenmesi gerekiyordu. Öyle de oldu.
İkinci önemli unsur, DP-AP geleneğinin dayandığı köylülükle ve onun dönüşümü sonucunda ortaya çıkmış taşralılıkla ilgiliydi. Köylülük geleneği, 2000’lere hatta 1990’lara geldiğinde tamamlanmıştı. Demirel’in son başbakanlık dönemi olan 1991-1993 arasında çok ciddi şekilde bocalamasının bir nedeni bürokrasi kadrolarının ve devlet yapısının, işleyişinin değişmesiyse bir nedeni de köylülüğün artık ses geçirmez hale gelmiş olmasıydı. Akparti, o kitlelerin kente taşınmasını (ki, 1983 sonrasında başlamıştır, sadece İstanbul nüfus dönüşümü bile çok dikkate değer bir işarettir) sağlamıştır. Kent çevresine hazırlanan uydu kentlere yerleşen kitleler Akpartiyle tam bir simbiyoz (ortakyaşarlık) ilişkisi yaşamıştır. AKP onlara iş, aş ve daha fazlasıyla gelecek umudu ve hayali vermiş, bunları ideolojşik/kültürel bir söylemle sağlamış, onlar da AKP’ye oy sağlamıştır. Ana sorun o kitlelerin bu defa kent merkezine taşınmasıydı. 1950 sonrası her iktidar döneminde göç ve gecekondu mevcuttur. Fakat kitlelerin ikincil kimlikler veya özneler olarak değil, kent merkezinde kendileri olarak mevcudiyetini bu ölçüde sağlayan ve güçlendiren parti AKP’dir.
Üçüncü önemli unsur tam da bu noktada teşekkül eder. Yeni çaba, Kemalist dönemin DP-AP ve kısmen ANAP gibi sağ partiler aracılığıyla da sürdürülen politikalarının bu defa açıkça eleştirilmesi ve yeni sosyolojik kitlelerin ideolojik kitlelere dönüştürülmesiydi. Bu gelişme, doğrudan doğruya dindarlık/Müslümanlık/İslamî denilmesinden çekinildiği için, başlangıçta muhafazakârlık kavramı, ardından da mütedeyyinlik kavramıyla açıklanacaktı. Laiklik tartışmaları ise sanıldığı gibi salt politik, salt ideolojik bir kavram değildi. Elbette öyleydi ama, onlardan çok daha fazlasıyla sosyolojik bir kavramdı. Laikliğin karşıtı veya Derrida’nın kavramıyla söyleyeyim kurucu dışarısı gibi duran başörtüsü esasen kırsal alan kitlelerinin kendilerine ait kimliklerle Beyaz Türklerin hâkim olduğu kamusal alanla kaynaşmasının, bütünleşmesinin ve o zeminlerde kendi özerkliklerini korumasının bir aracıydı. Böylelikle Türkiye’de ilk kez sosyolojik kitle, ideolojik kitleyle bu derecede geniş bir örtüşme yaşıyordu.
Böylece 1990’larla başlayan ama bilhassa 2000’lerde şekillenen bir hareket içinde, toplumunun sınıf ve ekonomi yapısı ancak 1950’lerle mukayese edilecek düzeyde değişmiştir.
Ortaya birbirinden farklı üç temel dürtü çıkmıştır. Bunlar kültürel, ekonomik ve sosyolojik dürtülerdir.CHP maalesef bir sol parti olmayarak, o dönemde sadece kültürel unsurlarla ilgilenmiş, sadece başörtüsü ve laiklik planında kalmış onu da sadece bir kültürel kod olarak değerlendirmeyi seçmiştir. Oysa daha önceki DP-AP geleneklerine nazaran şüphe götürmez şekilde daha radikal bir sağ parti olan AKP ise sosyolojik ve sosyo-ekonomik meselelerle meşgul olmuştur.
Bu değerlendirme AKP’nin kültürel dönüşümle ilgilenmediği anlamına gelmez. Niçin gelsin? Hatta tam tersine kültürel olgular AKP için CHP için olduğundan daha da önemlidir. Aradaki fark AKP’nin kültür kodlarını sosyolojik hale getirmesi ve Kemalist hareketle mukayese edilmeyecek ölçüde geniş bir tabana oturtmasıdır. Kısacası, ortada kültürü diğer dönüşümlerin uzantısı olarak gören bir parti mevcuttur.
Cumhuriyet ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ derken sanıldığının aksine bir sözleşme yapmamaktadır. Her şeyden önce hiçbir egemenlik kayıtsız ve şartsız olamaz. Sözleşme kayıt ve şartın ifadesiyle başlar.
Sözleşmeler, milli irade ve sağ
Cumhuriyet sonrası dönemin en hassas konusundan söz ediyoruz. Cumhuriyetin doğrudan doğruya kendisi tüm ekonomik arayışlarına ve çabalarına karşın bir kültürel projedir. Tüm kapasitesi ve kısıtlamaları bu gerçekte saklıdır. Cumhuriyetin ideolojik üstyapısı olan Kemalizm siyasal açılımıyla da ‘inkılaplar’ıyla da kültür dönüşümü üstüne oturan bir toplum mühendisliğidir. Taşıyıcı sınıfları olarak 1908 sonrasının yeşerttiği burjuvaziyi seçmiş, elitlerin rızasına dayalı bir yeni modeli denemiştir. 1929 ekonomik buhranı da küçük köylülükle olan tüm bağını koparan bir faktörüdür.
Ne yapalım ki, gerçek gerçektir. Kültürel tüm toplum dönüşümleri, radikal olabilirler ama içlerinde bir muhafazakarlığı içerir. Bu muhafazakarlığın tutuculuk olması gerekmez. İçe kapanmak da korumacı bir yaklaşımdır. Cumhuriyet, laiklikle, solla olan ilişkisinde ve özellikle Kürtlere dönük anlayışında muhafazakardır. Bu üçlünün dayanağı ulus devlet ve yurttaşlık, daha doğrusu ulusal yurttaş tezleridir. Yurttaşın inşası Türklük ve inkılaplar üstünden sağlanacaktır. Böylesi bir anlayışı kültürel bir kurgu olarak görmemek olanaksızdır. Ne var ki, çok yazıldığı üzere, devlet, bir sözleşme çerçevesi içinde yurttaşa tabi değildir. Cumhuriyet, hamasi değerlendirmeleri bir yana bırakırsak, sözleşmesizdir. Tek sözleşme yurttaşın devleti kabulünü öngörür. Cumhuriyet ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ derken sanıldığının aksine bir sözleşme yapmamaktadır. Her şeyden önce hiçbir egemenlik kayıtsız ve şartsız olamaz. Sözleşme kayıt ve şartın ifadesiyle başlar. İkincisi, egemenliğin millete verilmesi bağımsız öznelerden oluşan yani yurttaş fikrine ve çekirdeğine dayalı bir anlayışa tekabül etmez. Kısacası ortada liberal bir tez bulunmaz.
Türk sağı bu kurguyu aynen devralmıştır. Dokunulmaz, kutsallaştırılmış bir devlet tüm sağ eğilimlerde hakimdir. Asıl sorun ve tartışma millet egemenliği üstünde cereyan eder. Dilbilim ve kelimelerin tartımı çok önemlidir. Millet egemenliği zamanla milli egemenliğe ondan sonra da milli iradeye dönüşmüştür sağ söylemde. Tanım özünde milleti dile getirir, burası kesindir ama ‘irade’ kavramının Rousseaucu ‘volonté’ (İngilizcesi ‘will’) anlamında kullanılıp kullanılmadığı meçhuldür. Egemenlik kavramının irade kavramına dönüşümü de dikkat çekicidir. Spekülatif bir iddiada bulunayım. Bu savı dile getirenler muhtemelen egemenliğin devlette olduğunu bildiği için iradenin millette olduğunu belirtiyordu. Ama millete ait bir iradeden de değil soyut ve öznesiz bir milli iradeden söz ediyorlardı. Milli olanın millete ait olduğu görüşündeydiler herhalde kavramı geliştirenler ama bu denklemin kendi içindeki pürüzleri malumdur. Millete ait olanı milli olana devrettiğiniz anda yurttaş denklemden düşer. Yine de milli irade kavramı siyasal seçkinlere karşı popülist siyaseti geliştiren ve savunanların yükselttiği bir kavramdır ve açıkça Kemalist/Cumhuriyetçi/Tek-Parti anlayışına karşı örtülü bir pozisyonu da içerir. Merkez sağın ana çıkmazı da odur zaten: açıktan eleştirememesi, genetik süreklilikler ve özünde Kemalizmle bütünleşmiş burjuvaziyle iç içe olması.
Türkiye’de Orta Sağ, Beyaz Türklerle yani kentli, iyi eğitimli, yüksek gelirli, Batıcı ve laikçi çevre ve sermayeyle iç içe geçmiş, köylülükle kurduğu ittifakı kentin taşralaşmasıyla terk etmiş, yeni sosyolojilerin ürettiği çok daha din kökenli zihniyetle zıt bir çevredir.
Türk sağının bu yapı özelliklerine bir bilme biçimi (epistemoloji) diyelim. Tekrarlayalım: eğer denklem buysa DP-AP geleneğinin Kemalist kurguyla sürekliliğine de işaret etmiş oluyoruz. Özellikle popülist yaklaşımlardan kaynaklanan bazı ayrıntılar dışında iki ‘ideoloji’ arasında herhangi bir sorun bulunmaz. Demirel’in ‘Nurculuğundan’, Cuma namazlarına gitmesinden, her sabah Kuran okunan bir evde yetişmesinden, İskenderpaşa Cemaatiyle ilişkisinden, Zahit Kotku’yla yakınlığından, Gümüşhanevi Tarikatına bağlılığından söz edilmiştir, bunlar doğrudur ama ‘pragmatist’ Demirel’in hepsini aşarak 28 Şubat’ı icra ettiği, ‘başörtülü okumak isteyenler Suudi Arabistan’a gidebilir’ dediği, laikçi ve CHP’li olarak öldüğü de malumdur. Ayrıca herkesin Atatürk-İnönü çizgisinden bir tutum takınması da gerekmiyor.
Bu belitlerden çıkan sonuç bellidir: Türkiye’de Orta Sağ, Beyaz Türklerle yani kentli, iyi eğitimli, yüksek gelirli, Batıcı ve laikçi çevre ve sermayeyle iç içe geçmiş, köylülükle kurduğu ittifakı kentin taşralaşmasıyla terk etmiş, yeni sosyolojilerin ürettiği çok daha din kökenli zihniyetle zıt bir çevredir. Bu çevreyi açıklamak için kullanılacak en ‘vulger’ ve yumuşak ifade ‘ılımlılık’tır. Şimdiki kuşaklar hatırlamasa bile 1965’ten sonra ‘Ortanın Solu’na açılan CHP’de başı çeken Bülent Ecevit’in ‘solculuğundan’ rahatsız olan Prof. Turhan Feyzioğlu’nun kurduğu ‘orta sağ’ daha doğru bir tabirle sağ Kemalist Güven Partisinden bu yana işleyen bu damarı yani Orta Sağ damarı mevcut nitelikleriyle birlikte ve en geniş manasıyla sağ Kemalist olarak belirlemekte en küçük bir beis olamaz. Feyzioğlu, AP’nin köycülüğünden, tarikat bağlarından, din eğilimlerinden arınmış ‘saf’ bir Kemalizm yapmak istiyordu. Bu bir fark mıdır, farktır ama o kadar bir farktır işte.
Neo-liberal iktidarlar dünyanın her yerinde 1979’da iş başına gelmiştir ve hala devam etmektedir. 45 yıllık bir tarihten söz ediyoruz. Sağ eğiliminin daha da güçlenerek devam edeceğine dair de facto bir durum karşımızda duruyor. Daha da beteri neo-liberal iktidarların radikal sağa kayarak hakimiyetini canlı tutmasıdır. AKP’yi biraz da böyle düşünmek gerekir.
Yeni orta sağ parti mi?...
Şimdi kurduğum planın en çetrefil noktasını ele alalım. Eğer gerçekleşirse sağ siyasette merkezi tutmayı düşünen, hedefleyen oluşumun, CHP’den farkı ne olacak?
Sorunun yakıcılığı ortada. Ayrıntılı bir tartışmaya girip, fincancı katırlarını ürkütüp, CHP’nin bir sağ partiden farkını ya da farksızlığını ele almayacağım. Soru belli bir gerçekliği kendi içinde yansıtıyor. Gerçekliğin dışında kalan ve CHP ile sağ partiler arasındaki farkı meydana getiren sadece tek bir unsur var. CHP, zaman zaman bir orta sağ partiden daha fazla topluma kapansa bile, Alevi ve Kürt çevrelere nispeten daha açık bir siyaset zeminidir. Atatürkçülüğün sol kanadına bugünkü CHP’nin ne kadar yakın olduğu da partinin sosyalistlerle ilişkisine bakarak cevaplanabilir. Yine de o çevreler CHP’yle zaman zaman can havli içinde bir temas kurar. Dolayısıyla CHP, merkezden, Cumhuriyetten beri devam eden üç korkunun (Kürt ve Alevi, komünizm ve sosyalizm, irtica) temas ettiği ölçüde uzaklaşır. Yoksa Beyaz Türklerin ‘merkez’ anlayışıyla CHP’nin anlayışı arasında bırakın Çin Seddi olmasını karınca kararınca bir fark bile bulunmuyor. Aksi takdirde eski DP-AP ve ANAP içinde o çizgiden gelenlerin bugün CHP’li olmasını başka türlü açıklama olanağı bulunamaz.
Sonuç kendiliğinden türüyor. Türkiye sağı merkezde teşekkül etmiştir. Cumhuriyet tarihinin ve modern siyasetin geliştirdiği bu yapıya iki radikal çıkışla müdahale edilmiştir. Birincisi, dönemin gerçek sosyalist açılımlarına karşı biçimlenen Ortanın Solu politikası ve onun 1973-1980 arasındaki daha da sollaşan çıkışıdır. Fakat o dönüşüm önce sanayi burjuvazisinin Demirel’le anlaşıp üretimi durdurarak 1977-79 Ecevit iktidarını çökertmesiyle, ardından da 1980 darbesiyle bertaraf edilmiştir. Daha sonra ortaya çıkan SHP’deki arayışlar da 1989-91 büyük sol çöküşüyle saf dışı bırakılmıştır. İkinci büyük müdahale olan Akparti iktidarı halen devam etmektedir ve kendi soyunun sürekliliği içinde otuz yılı bulmuş bir hakimiyetten söz ediyoruz. Dışındaki çevre ve kesimler getirdiği sosyo-ekonomik, kültürel ve ideolojik dönüşüm üstünde düşünmediğinden ve o iktidarı berkiten unsurları anlayarak ortadan kaldırmadığından AKP’nin iktidarı ama şöyle ama böyle ayaktadır.
Hiçbir siyaset hele böylesi bir kitle siyaseti birileri istediği için oluşmaz ve sürmez. Her iktidarı perçinleyen bir sosyolojik taban ve tarihsellik vardır. AKP’nin gerçeği de burada aranmalıdır. AKP iktidarı biraz da neo-liberal iktidarların sürekliliğine benzer bir pozisyondadır. Berlin Duvarı 1959’da yapılıp 1989’da yıkılmıştır. Otuz yıllık bir tarihten söz ediyoruz. Neo-liberal iktidarlar dünyanın her yerinde 1979’da iş başına gelmiştir ve hala devam etmektedir. 45 yıllık bir tarihten söz ediyoruz. Sağ eğiliminin daha da güçlenerek devam edeceğine dair de facto bir durum karşımızda duruyor. Daha da beteri neo-liberal iktidarların radikal sağa kayarak hakimiyetini canlı tutmasıdır. AKP’yi biraz da böyle düşünmek gerekir.
Georges Clemenceau’nun ‘mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur’ sözü biraz da politik partiler için söylenmiş gibidir. Evet, siyaset tarihi aynı zamanda yukarıda, soyut önermelerle tasarlanmış partilerin mezarlığı tarihidir. Türkiye’de yeni Orta Sağ, merkez parti arayışını böyle düşünmek gerek.
Nostalji ve yeni sağ parti
Sınırlarını çizdiğim bu koşullarda merkezde yeni bir sağ oluşum CHP benzeri bir parti olmak dışında ne yapabilir? Nostalji sadece edebi veya romantika bağlamında geliştirilmiş bir kavram değildir. Özellikle sol siyasette melankoliyle kesişen bir gerçekliği vardır. Enzo Traverso sol açısından her iki olguyu da ele aldı ve inceledi. Yazdığı Solun Melankolisi(İletişim Yayınları.) her şeyi sahih bir şekilde temellendiriyor. CHP’li kitleler son 20 yılda derin bir melankoli ve nostalji duygusu geliştirdi. Şimdi öyle anlaşılıyor ki, arada bir sorulan ve kesinlikle anakronik bir soru olan, ‘geriye dönebilecek miyiz?’ sorusunu soran CHP’den ziyade ‘orta sağ’ kesimlerdir yani Beyaz Türklerdir ve bu soru en az onları (CHP’lileri) yaktığı kadar Orta Sağ nostaljisi içinde olanları da yakmaktadır. Onlar da AKP’nin radikalizminden arınmış bir merkez/ılımlı sağ siyasetle meşguldürler ve ona dönük derin bir özlem içindedirler. CHP kurucu ideolojinin korku eşiği olan şu üç unsurdan arınsa mükemmel olacaktır, olmadığı için o ‘ılımlı’ sağ parti şimdi bir nostalji unsuru olarak hayal ufkunda beyaz bir yelkenli olarak seyrediyor.
Nostaljik tasavvurlarla ve resurrection’la yani bas’ü bad’el-mevt’le yani ölümden sonra diriliş özlemiyle siyaset yapılmıyor. Siyaset, geriye dönüşlü, ad infinitum, bir anlayışla da yapılamıyor. Hele ‘asr-ı saadet’ özlemiyle siyaset hiç yapılmıyor. Siyaset büyük kitlelerin birikmiş taleplerine örgütlü şekilde cevap vermektir. Orta Sağ siyasetin bu tanımı karşılayacak dinamikleri saptaması gerekir. Merkez Sağ siyasetin Türkiye’deki dayanağı her zaman orta sınıflar değildir. Bu yazıda da gösterdiğim gibi o çevre için destek bazen köylülük bazen de burjuvazidir. Fakat içinde bulunduğumuz dönemde herhangi bir orta sınıftan söz edilemeyeceği gibi, var olduğu kadarıyla orta sınıfların toplumsal ve sosyo-politik yapısı tamamen değişmiştir. O kesimin bir orta sağ siyaset beklentisi içinde olmadığı muhakkaktır.
Beyaz Türkler diye nitelendirilebilecek sosyolojik çevre ise 1908 ve 1923 sonrasının en büyük kısıtlamasından henüz kurtulamamıştır. Yani, Türkiye’deki burjuvazi hala ekonomik olarak devlete bağlı olduğundan politik olduğunu zannettiği ama kültürel planda karşı olduğu Akpartiye karşı yeterince bir tepki, tutum, müdahale geliştiremiyor. AKP de bu yapısal özelliği sonuna kadar kullanmasını bilen bir parti. Ortada daha da sert bir çelişki bulunuyor. Ekonomik, sosyolojik ve teknolojik modernlik, son yetmiş beş yıldır (Cumhuriyetin 101 yaşında olduğunu hatırlayalım) tamamen sağ siyasetin tekelindedir. Bizde geçerli sol ise kültürel ve ideolojik bir modernleşme peşindedir. Gele gele, Türkiye, bir zamanlar çok yazılıp söylendiği gibi ‘modern mahrem’e değil ‘modern muhfazakârlığa’ daha doğru bir tabirle ‘muhafazakâr modernleştirmeye’ erişmiş bulunuyor. Bu koşullarda bir orta sağ siyaset ancak siyaseten çıkmaza girmiş çevrelerin başlarını su üstünde tutacak bir cankurtaran hayali olabilir.
Siyaset yukarıda, toplumun dışında veya üstünde tasarlanmaz. Aşağıda, toplumla birlikte ve tarih içinde oluşur. Dünya görüşümüz, kültürel tercihlerimiz, sınıf konumumuz o siyasetle uzlaşmayabilir. Kendi ideolojik ihtiyaçlarımız doğrultusunda yeni bir siyaseti özleyebiliriz. Gerçek müzakereci siyaset o noktada başlar. Ama siyasetin iç ve yapı unsurları kişisel beklentilerin ötesindedir. Siyaseti sosyoloji kurgular ve pekiştirir. Bu gerçeğin unutulması her defasında siyaset beklentilerini hüsrana dönüştürür. Georges Clemenceau’nun ‘mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur’ sözü biraz da politik partiler için söylenmiş gibidir. Evet, siyaset tarihi aynı zamanda yukarıda, soyut önermelerle tasarlanmış partilerin mezarlığı tarihidir.
Türkiye’de yeni Orta Sağ, merkez parti arayışını böyle düşünmek gerek.
Yazarlar
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.06.2025
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024
31.10.2024
23.10.2024