Ümit Akçay

Faiz indirimleri başlıyor, ya sonrası?
9.07.2025
101

Geçtiğimiz hafta açıklanan önemli verilere kısaca göz atalım. İlk olarak enflasyondan başlayayım; Türkiye İstatistik Kurumuna göre Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) yıllık %35,05; aylık %1,37 arttı. İkinci olarak Satınalma Yöneticileri Endeksi (PMI) verilerine bakıldığında mayıs ayında tüm sektörlerde daralmanın sürdüğünü görüyoruz. Üçüncüsü, ekonomik güven endekslerinde anlamlı bir pozitif gelişme yok. Son olarak işgücü istatistikleri, istihdamın kayda değer bir şekilde artmadığını teyit ediyor. Hatta tekstil ve hazır giyim sektörlerindeki bir yıllık istihdam kaybı 65 bini aşmış durumda.

Tüm bu değişkenler aynı yönü gösteriyor: Ekonomide ikinci çeyrekte görülen durgunluk üçüncü çeyrekte de devam ediyor. Gelin detaylara bakalım.

‘Hissedilen’ enflasyon

Enflasyonla başlayalım. Resmi enflasyon verisine olan yaygın güvensizlik, esasında Türkiye’ye özgü değil. Konunun siyasetçilere olan güvensizlik boyutunu bir kenara koyarsak, verilerin inandırıcı olmamasının temelinde enflasyon yükünün farklı toplum kesimleri arasında dengeli paylaşılmaması yatıyor. Bir başka ifadeyle ‘hissedilen’ enflasyon sınıfsal olarak ayrışıyor. Açalım.

DİSK Araştırma Merkezi’nin (DİSK-AR) yayınladığı düzenli raporlar bu konuda yardımcı olabilir. TÜİK verilerinden yaptıkları hesaplamaya göre, toplam nüfusun en yoksul yüzde 20’si, toplam gelirin sadece yüzde 6,3’ünü alıyor. Diğer yandan en zengin yüzde 20, toplam geririn yüzde 48,1’ini alıyor. Bu büyük gelir dağılımı adaletsizliği, hissedilen enflasyonun farklı gelir grupları arasında değişmesine neden oluyor.

Zira en zenginlerin harcama sepetinde gıda harcamaları sadece yüzde 12,8 oranında yer kaplarken en yoksulların harcama sepetinde gıda harcamaları toplam harcamaların yüzde 30,4’ünü oluşturuyor. Gıda harcamalarına, barınma ve kira harcamalarını da eklersek, en yoksulların barınma ve gıda krizinden çok daha fazla etkilendiklerini, yani enflasyonu çok daha yüksek hissettiklerini görebiliriz.

Bu tablo bize, enflasyonla mücadele için kullanılan faiz aracının da ne kadar adaletsiz olduğunu gösteriyor. Faiz artışları ve reel ücret baskılaması nedeniyle toplumun yüzde 80’i harcamalarını kısmak zorunda kalsa bile, en zengin yüzde 20’lik grup (yani kabaca 16 milyon) harcamayı sürdürdüğü sürece toplam talebin daralması oldukça zor. Hatta bu durum, lüks mal ithalatının enflasyonla mücadele döneminde neden sürekli arttığını da açıklıyor. Yüksek faiz, en zengin gelir grupları için harcamaları daraltan değil artıran bir etki yapıyor. Dolayısıyla bu kesim için ‘hissedilen’ enflasyon çok da sorun edecekleri bir konu değil.

Bu konuda son bir vurgu yaparak bir sonraki başlığa geçeyim: Enflasyonun gerilemesi, fiyatların düşmesi demek değil, fiyat artış hızının azalması demek. Bir başka ifadeyle, gelir artışı fiyat artışının gerisinde kaldığı sürece, enflasyon yüzde 5’e de inse, alım gücünün artması mümkün değildir. Alım gücü ya da reel ücretler, enflasyon karşısında eridiği için ‘hissedilen’ enflasyon, ücretliler için daha yüksektir. Diğer uçta ise, geliri enflasyonun üzerinde artan en zengin toplum kesimi var. Bu kesimler hem yüksek faiz sayesinde kendilerini enflasyona karşı koruyabilmekte, hem de bu süreçten kazançlı çıkacak yatırım stratejilerine yönelebilmektedir.

Faiz indirimleri başlıyor

Bu değerlendirmelerden sonra faiz indirimleri konusuna geçebiliriz. Faiz indirimleri (büyük bir aksilik çıkmazsa) temmuzda başlayarak yılın ikinci yarısında devam edecek. İktidarın önünde, 2025 yılı sonuna gelindiğinde en az yüzde 10’luk bir faiz indirimi olanağı doğabilir. Mevcut faizin yüzde 46 olduğu, yıl sonu enflasyonunun da yüzde 30’lar civarında geleceği varsayımıyla faiz indirim miktarı daha da artabilir.

Faiz indirimlerinin, özellikle finansmana erişim sorunları yaşayan küçük ve orta ölçekli firmaların yaşadığı sorunları hafifletmesi mümkün. Benzer şekilde, borcu borçla yüzdürmek zorunda kalan dar gelirliler için de bir nebze olsun rahatlama yaratabilir. Ya da konut sektöründe 2018’den bu yana bir türlü aşılamayan arz eksikliği sorununa karşı, hem arzı hem de talebi destekleyen bir unsur olarak faiz indirimleri işe yarayabilir.

Ancak faiz indirimlerinin çözmeyeceği sorun, Türkiye kapitalizminin temel açmazlarından biri olan döviz-faiz kıskacıdır. Zira faiz indirimleri sonrasında canlanacak ekonomik büyüme, cari açığın yeniden büyümesine, bu ise döviz gereksiniminin daha da artmasına neden olacak. Daha temelde ise, üretimin ithalata olan bağımlılığı nedeniyle oluşan döviz talebi, faiz indirimleriyle birlikte daha da öne çıkacak. Dolayısıyla Mehmet Şimşek yönetimi için her şey yolunda gitse ve faiz indirimleri belli kesimler için önemli bir rahatlama sağlasa da, esasında ortaya çıkacak sonuç başladığımız yere geri dönmek, yani bizzat kriz yaratan mekanizmayı yeniden onarmak olacak.

Önceki haftalarda, ‘Muhalefetin zamanı daralıyor’ başlıklı yazıda bu konuya değinmiştim, o nedenle burada daha detaya girmiyorum ancak işin iktisadi yanını bir kenara koyarsak, faiz indirimleri siyaseten çok daha önemli bir işlev görecek.

Bu konudaki gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar